Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-İlk Tanrılar
İlk Tanrılar
Avcı toplumda dinin yani
Şamanizmin nasıl doğup, değiştiğini görmüştük. Avcı toplumdan, yerleşik düzene
geçilirken, avcı toplumdaki erkek karakterli baş Tanrının gücünü, neden ve
nasıl, Ana Tanrıçaya kaptırdığını da anlatmıştık. Sümerlerde ise bu Ana Tanrıçanın
nasıl ve neden bir Tanrılar panteonuna dönüştüğünü izleyeceğiz. Sümerlerden
sonra, artık onların düzenlediği ve yazı ile belirlediği çok Tanrılı din ortaya
çıkmıştır. Bundan sonra, diğer Orta Doğu ve dolayısı ile Avrupa- Akdeniz
dinleri, bu Sümer dininden değişe değişe oluşacaktır. Sümer’de sistematik bir
felsefe yoktur. Gerçeğin ve bilginin temel yapısı ile ilgili hiçbir soru
sorulmamış, bir kuram oluşturulmamıştır. Ama evrenin kökeni ve işleyiş düzeni
konusunda düşünülmüş ve tartışılmıştır. Zekice geliştirdikleri kozmoloji ve
Tanrı inancı, daha sonra temel inanç ve dogma haline gelmiştir.
Avcılık döneminde, insanlar Şaman
dinini kurmuş ve bazı ruhları Tanrılar haline getirmişlerdi. Maddi ve manevi
dünya aynı tarzda işliyordu. Tanrıların, insanların ve hayvanların dünyaları
arasında fark yoktu. Nasıl insan kabilelerinin bir şefi yani bir yöneticisi
varsa, Tanrıların da bir şefi olmalıydı. Bu şef emredici, kural koyucu,
hükmedici bir şef değildi. İnsan toplulukları, şefleri sayesinde, kendi
aralarında iyi bir koordinasyon kuruyorlardı. Şef bütünleyici, sözü dinlenen,
aradaki sorunları çözebilen, yapıcı bir şefti. Klanlar, Tanrıları arasından
birini, Tanrıların şefi olarak seçtiler. Onu en büyük Tanrı olarak kabul
ettiler. Örneğin eski Türklerde bu baş Tanrı Gök Tanrı idi. Sonra diğer
Tanrılar vardı. Yağmur yağdıran, sulara hükmeden, herkesin kendi evine bakan,
güneşe sahip çıkan, rüzgârı estiren, vs... Tanrılar. Bu Tanrılar neredeyse her
olay ve her nesne için ayrı ayrı vardılar ve her Tanrı kendi işine bakıyordu.
Avcı toplumlar yerleşik düzene
geçince, tahıl üretimi önem kazandı. En iyi bilinen üretim, doğurganlıktı.
Etraflarında gördükleri her şey ana rahminden çıkıyordu. Daha avcılık
döneminde, bir ana Tanrıça fikri, yani doğurgan bir Tanrı fikri oluşmuştu. Bu
ana Tanrıça, yerleşik düzene geçildiğinde, baş Tanrı, şef Tanrı statüsünü
zamanla aldı. Sonunda, üretime uygun ve ondan sorumlu, yaşanan fizik dünyaya
uygun bir şef, Tanrıların başına geçmişti. Diğer Tanrılar da varlıklarını
koruyorlardı. Yerleşik topluma geçen insanlar, herhangi bir işin sahipsiz
yapılamayacağının farkındaydılar. Bu nedenle her iş için bir Tanrı, o işle
sorumlu tutuldu. Üretken, doğurgan ana Tanrıça en tepede idi.
İlk Sümer yerleşimleri, taşan
suların çıkamadığı yüksek yerlerdeki ufak köyler halinde organize oldu. İlkin,
bu ufak yükseltilerde tarım yapmaya çalıştılar. Her sene sular geliyor, her
tarafı kaplıyor, sonra çekilince, su altında kalmış topraklar, diğer
topraklardan çok daha verimli oluyordu. Suyun gelmesi, kalması ve gitmesiyle,
bereket geliyor, bol ürün oluyordu. Sularla birlikte gelen balıklardan sağlanan
et ihtiyacı da işin cabasıydı. Böylece üretken Ana Tanrıça, zaman içinde su ile
ilintilenmeye başlandı. Sular nereden gelip, nereye gidiyordu? Nehirler, Dicle
ve Fırat, taşarak suları getiriyor, sonra suları geri alıp denize
götürüyorlardı. Deniz hep su dolu idi. Onun suyu hiç bitmiyordu. Deniz sanki
dipsizdi. Bakıldığında sonsuz gibi görünüyordu. Çekilirken
denize giden sular, tabii gelirken de denizden geliyorlardı. O zaman, suyun
anası, sonsuz, dipsiz denizdi. Sümerler Ana Tanrıçayı su ile özdeşleştirdiler.
Tanrıça " Nammu ",
suyun, dipsiz denizin, her şeye can veren Tanrısıydı. Sümerler, bu arada
kanallar, barajlar yaparak bir taraftan suyu yavaş yavaş kontrol altına
alıyorlar, bir taraftan da köyler, ilerde kentlere dönüşecek olan kasabalar
olarak büyüyorlardı. Tarımın ilerlemesi, iş bölümünün artması, Sümerlerin
kozmos üzerinde daha fazla kafa yormasına sebep oldu. Yaşadıkları dünyayı
tanımlamak istiyorlardı. Evrenin temel öğeleri yeryüzü ve gökyüzüydü. Sümerce
de evren sözcüğünün karşılığı, " yer-gök " anlamına gelen "
An-ki " birleşik sözcüğü idi. Yeri düz, yassı bir disk olarak, göğü ise,
katı bir yüzeyle örtülü kubbe biçiminde düşünüyorlardı. Gök ile yer arasında
ise, " Lil " dedikleri bir şey vardı. Lil rüzgâr, hava, soluk, ruh
anlamına geliyordu. Yani Lil bizim atmosferimiz gibi bir şeydi. Güneş, ay,
yıldızlar da Lil ile aynı malzemeden yapılmışlardı, yalnız fazladan
parlıyorlardı. Gök -yer, her taraftan sonsuz bir denizle kuşatılmıştı.
Evrenimiz, bu sonsuz denizin içinde sabit ve hareket etmeden duruyordu. Tabii
ki başlangıçta, her şeyin başladığı zamanda, sadece deniz vardı. Deniz, yani
su, ilk nedendi. Her şeyin başlangıcı idi. Bu denizden An-ki, yer-gökten oluşan
evren doğmuştu. Yer ile gök arasında ise, hareket eden ve her yeri dolduran
atmosfer yani Lil vardı. Sonra yeri ve göğü aydınlatsın diye güneş, ay ve
yıldızlar var olmuşlardır. Onlardan sonra evrene yerleşme, varolma sırası
bitki, hayvan ve insanlara gelecekti.
Peki, bu evreni yaratan,
düzenleyen ve yöneten kimdi? Bunları görmüyorlardı ama önlerinde, ufak çapta da
olsa düzenlemeler yapan, yöneten kendi toplulukları vardı. İpuçları kendi
yaşadıkları toplumun içindeydi. Ülkelerin, kentlerin, sarayların, tapınakların,
tarlaların, çiftliklerin, kısacası akla gelebilecek tüm kurumların, insanlar
tarafından bakılıp gözetildiğini, yönetilip denetlendiğini, insanlar olmadan
her şeyin yıkılıp harap olacağını, tarlaların çöle dönüşeceğini biliyorlardı.
Dolayısı ile kozmos da insan biçimli canlı varlıklarca gözetilip, bakılıp,
yönetilip, denetleniyor olmalıydı. Ama kozmos bütün insan yerleşimlerinden çok
daha geniş ve karmaşık olduğundan, kozmosu yönetenlerin de sıradan insanlardan
çok daha etkin ve güçlü olması gerekiyordu. Her şeyden önce, ölümsüz
olmalıydılar. Ölürlerse kozmos alt üst olurdu, dünyanın sonu gelirdi. Sümerler
bu gözle görülmeyen, insan biçimli, insanüstü, ölümsüz varlıklara " Dingir
" dediler. Yani bizim dilimizde Tanrı dediler.
Her şeyin başlangıcında sonsuz,
dipsiz deniz vardı. Sadece ve sadece o her yeri kaplıyordu. Ve tabii bu denizin
yöneticisi ve yaratıcısı Ana Tanrıça Nammu vardı. Nammu tek başınaydı ve her
şeydi. Nammu herhalde yalnızlıktan sıkıldığından, gök ve yerin birliğinden
oluşan evreni oluşturdu. Yani erkek olan An (gök) ile dişi olan Ki’yi (yeri)
yarattı. An (Akkad dilinde Anu) ile Ki birleştiler, onlardan Enlil (Akkade
dilinde Bel) doğdu. Enlil gök ile yeri birbirinden ayırarak, onların arasına
girdi.
Enlil, Lil’in (Atmosferin)
Tanrısıydı. Enlil, yer ile göğü birbirinden ayırınca babası An göğü ele
geçirip, ona hâkim oldu. Enlil ise annesi Ki’yi, yani yeri ele geçirdi. Enlil
ile annesi Ki bir araya gelince, yani yer atmosfere kavuşunca, evrenin
düzenlenmesi başladı. Bitkilerin, hayvanların ve insanın yaratılışı ile
uygarlığın kuruluşu başladı. Sümer dininin ilk kurulduğu yıllarda, Ana Tanrıça
Nammu’nun oğlu gök Tanrısı An Tanrıların şefi olarak kabul edilmiştir. Ana
Tanrıça Nammu arka plana çekilmiş ve zaman geçtikçe adından az söz edilen bir
Tanrıça olmuş ve giderek unutulmuştur.
Bu kader aslında, tüm Tanrıları
beklemektedir. İhtiyaçlar, zaman geçtikçe, yeni Tanrıları önemli hale getirirken,
eskinin en önemli bazı Tanrılarını unutulmuşluğa itmiştir. Daha sonra Enlil de
An’ı geriye itecektir. Enlil’in Akkadca adı olan Bel, Sami dilinde Efendi demek
olan Baal’den gelmektedir. Enlil Baal olarak karşımıza çokça çıkacaktır. Enlil
adı Rüzgar tanrısı anlamına da gelmektedir. Fırtına dahil her tip rüzgarın
Enlil’in soluğu olduğuna inanılırdı. Zaten bu nedenle sözleri buyruktu.
Rüzgârın en büyük tanrı olması meselesi Hititlerde de karşımıza çıkacaktır.
Büyük Tanrı An, uzunca bir süre
boğa olarak düşünülmüştür. Ama daha sonraları boğa An’dan ayrılarakkendi başına
bir tanrı olarak “ Gök Boğa “ Tanrı oldu. Ama daima sahibi An olarak kaldı.
Tanrıların şefi An’ın esas tapınağının bulunduğu kent devleti Uruk ya da tek
Tanrılı din kitaplarında adı geçen Erek’tir. Uruk, Sümer tarihinde etkili bir
yere sahiptir.
Tanrı An Tanrısal hükümdarlığına
binlerce yıl devam etmiştir. Ama daha sonra yetkilerini bir bir oğlu Enlil’e
kaptırarak, geri plana atılmış, sönükleşmiştir. Artık, Sümer panteonunun en
önemli Tanrısı, ayin, mit ve dualarda baskın rol oynayan hava Tanrısı
Enlil’dir. Krallar ve yöneticiler onlara ülkenin krallığını verenin Enlil
olmasıyla öğünürler. Daha sonraları, Enlil’i kozmosun en üretken niteliklerinin
planlama ve yaratılmasından sorumlu, yardımsever bir Tanrı olarak görüyoruz.
Günü ortaya çıkaran, insanlara merhamet gösteren, toprakta tohum, ağaç ve
bitkinin yetişmesini sağlayan odur. Ülkeye bolluk, bereket ve mutluluk getiren
odur. İnsanın kullandığı ilk tarımsal gereçlere (kazma, sapan gibi) ilk şekil
veren odur. Enlil zaman zaman, fırtına çıkararak veya diğer doğal afetlerle
etrafa zarar verse de, aslında o bütün insanlığın güvenliğini ve iyiliğini
gözeten, dost, babacan bir Tanrıdır.
Kent devleti geliştikçe, yapılan
işlerde bilgi önemli bir rol üstlendikçe, insan bilgi sayesinde doğayı, az da
olsa kontrol etmeye başladıktan sonra, yeni bir Tanrı ihtiyacı ortaya çıktı.
Dipsiz denizlerin Tanrıçası, evreni yaratan Tanrıça Nammu, Tanrı Enki’yi
yarattı. Enki (Akkad dilinde Ea) dipsiz derinlikten (Sümer deyişiyle Abzu’dan)
sorumlu, bilgelik Tanrısıydı. Enki, görünüşe göre Enlil’in amcasıydı. Ama
panteona Enlil’den sonra katılmıştı. Dolayısı ile Enki Enlil ilişkileri özel
bir nitelik taşıyordu. Enlil genel planları hazırlardı. Enki ise, bu planlara
uygun olarak yeryüzünü düzenlerdi. Uygulama ayrıntıları becerikli, gözü pek ve
bilge Enki’ye bırakılmıştı. Sümerler, bütün doğal ve kültürel süreçleri
Enki’nin yaratıcı gücüne bağlarlar ve bu nedenle de kökenlerine inmeyi
düşünmezlerdi. Enki yaptı der, işin içinden çıkarlardı. Yaratıcılık söz konusu
olduğunda, Tanrının sözü ve buyruğu dışında başka bir şey yoktur. Enki bir yeri
örneğin Dicle Enki ve Fırat’ı veya
Ur kentini veya rüzgârı, düzene sokar ve başına bir Tanrı getirir. Artık, o
yerden veya o işten sorumlu bir Tanrı tayin edilmiştir.
Sümer’in çok Tanrılı dininde,
insan topluluklarında olduğu gibi, bir hiyerarşi vardı. Sümer panteonu, başında
kral olan bir meclis gibi düşünüldü. Yazgıları belirleyen yedi Tanrı, büyük
Tanrılar olarak bilinen elli Tanrı, Tanrıların en önemlileriydi. Rahiplerin,
Sümer panteonuna yaptıkları en önemli ayırım, yaratıcı olan ve yaratıcı olmayan
Tanrılar arasındaki ayrımdı. Bu fikir onlara, kozmos bilgilerinden geliyordu.
Onlara göre kozmosu oluşturan temel öğeler gök ve yer, deniz ve atmosferdi.
Diğer bilinen ve görülen kozmik objeler ancak bunlardan biri veya diğeri içinde
varolabilirdi. Bu nedenle, gök, yer, deniz ve atmosfer Tanrıları, bu dört Tanrı
yaratıcı Tanrılardı. Diğer Tanrı ve Tanrıçalar bunlardan biri tarafından
yaratılmış olabilirdi.
Peki, Tanrılar nasıl
yaratıyorlardı. Sümerli filozoflar ve din adamlarının, bu konuda
geliştirdikleri öğreti şöyledir: " Tanrısal sözün yaratıcı gücü ".
Tanrı sözünün yaratıcılığı öğretisi, daha sonra tüm Orta Doğu kökenli dinlerde
dogma olacaktır. Bu öğretiye göre, yaratıcı Tanrı önce bir plan yapıyordu,
adını koyup, söyleyince, yaratma işlemi gerçekleşmiş oluyordu. Bu da insan
toplumunun gözlenmesinden elde edilmiş bir sonuçtur. Nasıl insan kral yalnızca
ağzından çıkan sözlerle, emir vererek istediğini gerçekleştiriyorsa, evrenin bu
dört büyük krallığından sorumlu ölümsüz ve insanüstü Tanrılar da çok daha
fazlasını yapabilirlerdi.
![]() |
Ninmah – Enlil |
Yaratılmış olan kozmosun kusursuz
işleyişini yorumlamak gerekiyordu. Sümerli filozoflar ve din adamları bu sorunu
da metafizik bir çözüm yoluna ulaştırdılar. Yaratılanların, sonsuza dek işler
kalabilmeleri için içlerine kurallar ve düzenlemeler konulmuştu. Bu kozmik
varlıkları işler tutan kurallar ve düzenlemeler kümesine Sümerler " Me
" dediler. Sümerli düşünürler, evrenin kökeni ve işleyişi dâhil, her sorun
üzerinde mantıklı ve düzenli bir şekilde düşünecek zihinsel yeteneğe
sahiptiler. Ama onlar, bilimsel düşünme yolunu açan, şüphe etmek olgusunu,
hiçbir zaman kullanmadılar. Sümerli düşünürler, konular üzerindeki
düşüncelerinin
tartışmasız doğru olduğuna ve
evrenin nasıl yaratılıp, işlediğini kesin olarak bildiklerine inanıyorlardı.
Bu, tartışmasız doğruluk meselesi, Sümerlerden sonra tüm Orta Doğu kökenli
dinlere miras kalmıştır.
![]() |
Inanna |
Önemli Sümer Tanrıçalarından biri
de, her ne kadar yaratıcı Tanrı olmasa da, İnanna’dır. İnanna, gök Tanrısı An
ile ulu hatun Ninmah’ın kızıdır ve gök kraliçesidir. İnanna, Uruk kentinin
koruyucu Tanrıçasıdır. Gök kraliçesi İnanna aşk tanrıçasıdır. Aşk Tanrıçası İnanna,
tüm zamanlarda ne adla anılırsa anılsın insanların düş gücünü ateşlemiştir.
İnanna, Babil döneminde İştar olmuş, Yunanlılar ona Afrodit demişler, Romalılar
ise Venüs diye adlandırmışlardır. Adı ne olursa olsun, o daima ozanlara,
şairlere esin kaynağı olmuştur. Kocası, çoban Tanrı Dumuzi dir. Bu Tanrıya
sonradan Temmuz denmiştir. Hatta İbrani peygamberlerinden Ezekiel tarafından,
Temmuz’un ölümüne yas tutulması nefretle kınanmıştır. Dumuzi, İnanna’nın ölüler
diyarına inişi öyküsünde anlatıldığı gibi, İnanna tarafından ölüler diyarına
gönderilerek, oranın önemli bir Tanrısı olmuştur. Âşıkların ve savaşçıların
koruyucusu olan İnanna'yı Venüs yıldızı simgeler. Diğer nemli Tanrılardan biri
de yorulmak bilmeden gezen güneş Tanrısı Utu dur. Utu, her şeyi görür, adaleti
korur, insanlara yardım eder.
Dolayısı ile boşluklar kalması
normaldir. Ninmah’a geri dönersek, o ve An, bütün Tanrıların anne ve
babasıdırlar. Ninmah’a, ulu hatuna, zaman zaman Nintu, doğuran hatun dendiği
olmuştur. İlk Sümer hükümdarlarının hepsi, kendilerinin Ninhursag’ın (Ninmah,
Nintu) kutsal sütü
ile beslenmiş olduklarını vurgularlardı. Bu, hükümdarlara Tanrılar ile
yakınlıklarını belirtmeye
yarayan, kendilerindeki Tanrısal
gücü vurgulayan bir tanımlama idi.
Önemli Sümer Tanrıçalarından biri
de, her ne kadar yaratıcı Tanrı olmasa da, İnanna’dır. İnanna, gök Tanrısı An
ile ulu hatun Ninmah’ın kızıdır ve gök kraliçesidir. İnanna, Uruk kentinin
koruyucu Tanrıçasıdır. Gök kraliçesi İnanna aşk tanrıçasıdır. Aşk Tanrıçası
İnanna, tüm zamanlarda ne adla anılırsa anılsın insanların düş gücünü
ateşlemiştir. İnanna, Babil döneminde İştar olmuş, Yunanlılar ona Afrodit
demişler, Romalılar ise Venüs diye adlandırmışlardır. Adı ne olursa olsun, o
daima ozanlara, şairlere esin kaynağı olmuştur. Kocası, çoban Tanrı Dumuzi dir.
Bu Tanrıya sonradan Temmuz İnanna denmiştir. Hatta İbrani peygamberlerinden
Ezekiel tarafından, Temmuz’un ölümüne yas tutulması nefretle kınanmıştır.
Dumuzi, İnanna’nın ölüler diyarına inişi öyküsünde anlatıldığı gibi, İnanna
tarafından ölüler diyarına gönderilerek, oranın önemli bir Tanrısı olmuştur.
Âşıkların ve savaşçıların koruyucusu olan İnanna'yı Venüs yıldızı simgeler.
Diğer nemli Tanrılardan biri de yorulmak bilmeden gezen güneş Tanrısı Utu dur.
Utu, her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder.
Post A Comment
Hiç yorum yok :