ALPLAR VE ELFLER: TÜRK VE İSKANDİNAV DÜNYALARINDA KAHRAMANLIK OLGUSU
ALPLAR VE ELFLER: TÜRK VE İSKANDİNAV DÜNYALARINDA KAHRAMANLIK
OLGUSU
Eski İskandinav kayıtları
Türklerin eskiden yaşadığı bölge ve bizzat Türk toplulukları ile iskandinavyalıların atalarının yoğun temasta olduklarını
bildirmektedir. Bunlar çok önemli kültürel öğeleri içerir. Ayrıca etnik
temaslar da gerçekleşmiştir. Sonuçta en önemli kültürel niteliklerden biri olan
kahraman tiplemesinin İskandinav ve Turan dünyalarında büyük ölçüde
benzeştiğini görmek şaşırtıcı olmamaktadır. Ayrıca bu kahramanlara verilen
isimler de benzeşmektedir ve belki de kökteştir.

Hayli cüsseli bir kitaplık
oluşturan İskandinav sagaları Türkiye’de bir genel kültür konusu olmanın
ötesine geçememiştir. Bilimsel çalışmalarda ele alınmasının örnekleri yok
denecek kadar azdır. Bu yüzden, bilimsel olarak fazla bilinmeyen bu konuda
ileri bir aşamayı içeren, karşılaştırmalı bir tarzda bildiri sunma cesaretini
dinleyici kitlemizin çoğunluğunun halkbilimci olmasından aldık. Bu yüzden biz
saga tanımlamasına girmeyeceğiz. –f ünsüzünü bulundurmayan Türkçenin alp kelimesi
ile Kuzeylilerin elf sözcüğü arasındaki dilbilimsel ilişkiyi kanaatlerinize
havale ediyoruz. Belki başka bir çalışmada bu sözcükler etimolojik olarak
tahlil edilmelidir. Aşina olunan usûl, karşılaştırmadan sonra tarihi zeminle
ilgili bir sonuca varmaktır. Biz ise tersini yapacak ve önce tarihi zemini
açıklayıp ardından bu zeminde karşılaştırma yapacağız.
Son yıllardaki araştırmalar Türk
anayurdunun Altaylarda, hele de Sibirya’nın doğusunda olamayaca-ğını açıklıkla
göstermiştir. Muhtemel Türk yurdu İdil‐Ural bölgesindedir. Eski Türkçenin söz
varlığının bir ormancı avcı‐tarımcı topluma işaret etmesi bunun bir kanıtıdır.
Ziraat yapan insanları ot bitmez bölgelere yerleştiremeyiz.[1]
Bölgedeki yer adlarının Türkçe isimlerinin de olması buna işaret eder. Biz
Anadolu’da bin yıldır ırmak isimlerini Türkçeleştiremeyip, sadece bazılarına renk izafe ederken, Doğu Avrupa’da ve
Batı Sibirya’daki neredeyse tüm ırmak isimlerinin Türkçe adları vardır (Karatay
2010a: 17‐26). Eski Türkleri betimleyen kaynaklar neredeyse hep bir ağızdan
sarışın bir kavimden bahsederler ve Kumanlar bu bahislerde sadece küçük bir yer
tutar. Bu tip insanı herhalde en iyi bu bölgede bulabiliriz. Türk boy
isimlerinin ezici çoğunluğu batı tarafa aittir ve doğuda geçmez. Şu an,
dayatılmış kalıpları bırakarak eldeki veri ışığında düşünen bir dilbilimcinin
rahatlıkla söyleyebileceği şey, Türkçenin en yakın akrabasının Macarca olduğu
ve bu ikisinin muhtemelen aynı dilden indiğidir (Marcantonio 2009: 68‐94,
Karatay 2010b: 27‐46). Bu da aynı bölgeye işaret edecektir. Hatta başka
ayrıntılar da tespit edilmiştir. Örneğin Osman Karatay’ın yenilerdeki bir
tespitine göre, Göktürk devletini kuracak olan Türk budun, uğradığı felaketin
ardından Ergenekon vadilerine sığınmadan önce Orta İdil civarında yaşıyordu
(Karatay 2009).
Dolayısıyla İskandinavya ile İdil
boylarını harita üzerinde düşündüğümüzde, aralarında çok sıkı tarihi ve
kültürel ilişkilerin bulunması değil, bulunmaması şaşırtıcı olacaktır. Hatta
sıkı bir etnik ilişki düşünmek için de zemin bulunmaktadır. Yaklaşık aynı
iklimi yaşayan iki kuzey bölgesinden bahsediyoruz. Şu an üzerinde bir proje
olarak çalıştığımız saga metinlerinin incelenmesi bu konuda haklı olduğumuzu
her geçen gün daha bir katiyetle göstermektedir.
En ünlü sagaların başında gelen
Heimskringla, ilk sayfasında Kral Odin’in İskitya’nın, yani Ana Rusya’nın doğusundaki Turkland’dan göçünü anlatır.
Feridun Ağasıoğlu bazı İskandinav yer isimlerinin Türkçe koktuğuna işaret etmiştir
(Ağasıoğlu 2000: 14). Biz bunun daha fazla olduğu düşüncesindeyiz ve ilerde
ayrıntılı çalışmaları bilim dünyasıyla paylaşacağız. Türkistan’dan İskandinavya’ya
göçen Kral Odin, daha sonra tanrılaştırılmış ve Kuzeylilerin baştanrısı haline
gelmiştir. Kavminin adı Az’dır, yani Göktürk yazıtlarında karşımıza Az Budun
olarak çıkan, Abakan bozkırında Kırgız komşuluğundaki halk.
Eskiçağda Azları Aral boylarında
görüyorduk. Timur bir sefere çıkmadan önce bu bölgedeki Öden Ata’nın kabrini
ziyaret etmiş, dua ve dilekte bulunmuştur (Nizamüddin Şâmî 1987: 77). Şimdiki
Daşoğuz yakınlarında da Ütin Kala diye eski bir yıkıntıdan haber verilmektedir
(Mantayev 2010: 105). Eğer bir Türk budununun önderi İskandinav kültüründe
baştanrı haline geliyorsa, bizim Alpler ile Elfleri kıyaslamamızda hiçbir beis
kalmayacaktır.
Önce tarihi açıdan Türk ve
İskandinav kahramanlarını, daha sonra da destanî anlamıyla alpları ve elfleri
ana başlıklar halinde anlatacağız. Alp, Türkçenin çeşitli lehçelerinde
kahraman, cesur, yiğit anlamlarına
gelir. Türkiye, Azerbaycan, Türkmen, Kırgız, Karakalpak Türkçelerinde “alp”;
Çuvaşça’da “ulıp”; Kazak, Tatar ve Hakas Türkçelerinde “alıp” şekillerinde
kullanılmaktadırlar. (Bayram 2010: 83)
Destan çağlarından, İslamiyet’in
kabul edilmesinden sonraki dönemlere dek Alp unvanı, birçok boy tarafından ve
hükümdarlardan küçük komutanlara kadar yayılan bir yelpazede kullanıldı
(Köprülü 1997: 380). İslamiyet’ten sonraki devirlerdeki Alp‐Gazi ve Alp‐Eren
kullanımları yaygınlaşmıştır. (Kaplan 1985: 112). Kişi ismi, sıfat, unvan
olarak çeşitli kullanımları vardır (Köprülü 1997: 379).
Alplar, süreğen savaş şartlarında
yaşayan göçebe boylarda önderlik ve savaşçılık yetenekleriyle sivrilen
kimselerdir. İyi binicilerdir, savaş aletlerini çok iyi kullanırlar ve savaşlarda
kişisel kahramanlıklarını sakınmadan sergilerler.
Uzun boylu, bahadır ve güçlüdürler. Aralarında kan davaları sürer. Ozanlık
yeteneklerini haiz olanları vardır. Kadınlar tüm bu özellikler açısından
erkeklerden geri kalmaz. Konfederasyon şartlarında bir alpın çevresinde daha
alt düzeyde alplar toplanır. En üstteki alpla bağımlı alpları arasında
gelişigüzel olmayan ve bir hukuka dayanan ilişkiler sistemi vardır. Büyük alp
belli zamanlarda bağımlıları toplamak ve bu toplantılarda ziyafetli şölen
düzenlemek zorundadır (Köprülü 1997: 382).
Alp tipi olarak ilk ele
alacağımız örnek Oğuz olmalıdır. Oğuz, dünyaya Tanrı tarafından düzeni
sağlaması için gönderilmiştir. Doğumu, daha sonra evleneceği kadınlar, hatta
silahları ve atları tanrısal bir doğaüstülük gösterirler. Bünyesi çocukluğundan
itibaren olağandışı gelişim seyri izlemiştir (Kaplan 1985: 14). Oğuz, kutun
gereğini yerine getirir ve evrene, yani töreye dirlik düzenlik getirir (Kaplan
1985: 15).
Bütün bunları tek başına değil,
yüksek önderlik yetenekleriyle çevresine topladığı kitleyle gerçekleştirir. Göçebe federasyonları devri
ideolojisinin temsilcisidir (Kaplan 1985: 27). Batı Türk geleneğini temsil eden
Oğuz’un düzen‐devlet‐töre kurucu alp özelliklerine nazaran Doğu Türklerinin
alpları mazlum halkını zulümden kurtarmaya soyunan daha savunmada bir tiptir.
Devlet kuruculuktan ziyade, varlığını işgalciye karşı korumakla uğraşır. Güney
ve Kuzey Sibirya destanları bu türden alpları barındırır. Manas destanı ise bu
iki geleneğin arasındadır. Manas, hem halkının esaretini ortadan kaldırır hem
de devlet kuruculuğu görevini üstlenir. Dolayısıyla kut, Manas’ta Sibirya
destanlarının alplarına göre daha belirgindir (Aça 2000: 5‐17 ).
Manas destanındaki alp tipinin
ortak özellikleri şu şekildedir:
1) Çeşitli hayvanların
özelliklerini taşırlar ve diğer insanlara göre bu suretle farklılık gösterirler
(Alman Bet, Acı Bay).
2) Trajedinin ideal kahramanından
ziyade daha insani, iyiliği, kötülüğü, çeşitli zaafları bünyesinde taşıyan
karakter yapısına sahip kimselerdir (Acı Bay, Cakıp Han, Kan Çora, Kökçö Han).
3) Kavrayışlı, bilge,
öngörülüdürler. (Alman Bet, Kara Badişa, Kara Tölök)
4) Güçlü ve iridirler (Çalbay,
Coloy). Düşman saflarını tek başlarına darmadağın ederler (Semetey).
5) Gece hızlı hareket etme ve
karanlıkta iz sürme özellikleri vardır (Kaman, Dürsün, Caynur).
6) Cömerttirler. Halkın
koruyucusudurlar.
7) Küçük yaşlarda beden
hareketlerinin, silah kullanmanın ustası olurlar, ülke yönetirler.
8) Kullandıkları eşyayla (at,
yay, ok) bütünleşirler ve bu eşyanın insanlar gibisinden ismi vardır.
9) Kahramanın tekliği ideolojisi
vardır. Birden fazla kahramanın varlığı çatışmaya davetiye çıkarır (Yıldız
1985: 83‐164).
Erkekler böyleyken kadınların da
onlardan aşağı kalır meziyetleri yoktur. Genel özellikleri şu şekildedir:
1) Ne düşündüklerini çekinmeden
söyleyebilirler.
2) Öngörülüdürler (kehanet
yeteneğini haiz) ve mantıklıdırlar. Falcılık yeteneği taşıyanları vardır (Ak
Erkeç, Ak Saykal, Ay Çörök) (Yıldız 1985: 165‐188).
Bu erkek ve kadın tiplerinin
özelliklerin hemen hepsinin İskandinav kahramanlarında da olduğunu göreceğiz.
Peki İskandinav kahramanı kimdir? İskandinav
metinleri malzeme olarak tarihçiler açısından hala tartışmalı kabul edilir,
ancak İskandinav geleneklerinin ve tarihinin incelenmesine girişen bir bilim
adamı açısından paha biçilemez değerde oldukları şüp he götürmez.
Destanî‐tarihi metinler olan sagalar, Hıristiyanlık öncesi çağın kozmolojisini
yansıtan edda şiirleri ve saga özellikleri göstermekle birlikte onlar kadar
uzun olmayan kısa anlatılar anılan kaynaklardandır. Saga metinlerinde sahneye
çıkan kahraman figürlerinin bazıları gerçekten yaşamış olan tarihi şahsiyetler,
bazıları ise hayalidir, hatta bazıları düpedüz masalsıdır (Kızıl Erik‐14, “Tek
Ayaklılar” gibi). Buna karşılık hiç şüphe yok ki merkezdeki krallarla
merkezkaçtaki soylu beylerin mücadelelerinin ve literatürde Viking Çağı olarak
adlandırılan dış seferler çağının filizlenmeye başladığı bir kahramanlık
çağının atmosferi yansıtılmaktadır. Biz, İskandinav kahraman figürlerinin ortak
özelliklerini dört kaynağa dayanarak belirledik. Bunlar; Yanık Njall,
Heimskringla (ilk beş saga), Kızıl Erik, Egil sagalarıdır. Birincil kaynak
olarak saga literatürü elbette çok daha geniştir ve incelemelerimizin
derinleşmesiyle ilgi çekici sonuçlara ulaşacağımız kesindir. Şimdilik
vardığımız sonuçlar dahi heyecan vericidir. Önce İskandinav kahramanını
tanımlayalım:
1) Savaşçıdır. Muharebe esnasında
komutan kral/bey dahi en önde çarpışır ve düşman saflarında ciddi bir bozgun
yaratır. Silahtan olurlarsa birbirlerine ‐metinlerdeki ifadesiyle‐ tekme tokat
girişirler. Savaşçılık öylesi bir meziyettir ki bir Viking yaşlandığı ve
yatağında öleceğini anladığı için ilenmiş ve kralından ufukta görünen savaşta
cephe görevi istemiştir. Metinlerde sözü edilen birçok beyin ön saflarda
çatışırken öldüğüne ilişkin çok sayıda değinme vardır. Bu yiğitlik
paradigmasının içine, kendisinden habersiz malını yağmaladığı adamın karşısında
korkak durumuna düşmemek için geri dönüp mal sahibi adamı ve maiyetini yakmak
gibi ilginç tutumlar da girer (Egil‐46).
2) Tüccardır. Yağmacılık ve
haraççılıktan ayrılmayan melezlenmiş bir ticaret rutinleri vardır. Sadece kendi
aralarında değil, ırmaklar yoluyla doğu ve güney ekseninde Doğu ve Batı
Avrupa’nın içlerine kadar.
3) Cömerttir. Bağlılarına karşı
cimrilik yapanlardan iyi bir dille bahsedilmez. Eli açıklık ise bir meziyet
olarak daima yüceltilir.
4) Hukukçudur. Düzen kurucu ve
koruyucudurlar. Yapıca ve işlevce Türk
dünyasının kurultayına benzerlik arz eden yıllık büyük althing toplantısı ve
bunun yanında toyla eşleştirilebilecek küçük şölenler, düzenin sağlanmasında ve
pekiştirilmesinde işlev taşırlar. Yağmacılık hukuksuzluk demek değildir. Yanık
Njall’ın Sagası’nın başkahramanlarından Njall’ın şu sözü bir istisna değildir:
“Ülkemiz yasalar üstüne kurulacaktır, yasasızlıksa yıkım getirecektir”. Saga
kahramanlarında düzen kuruculuk ve kendi algıladıkları kozmosu dengeye
kavuşturmak, sık rastlanan bir karakter özelliğidir.
5) Önsezilidir. Geleceği okumada
olağandışı bir yetenekleri vardır. Bu, bilgelikten farklıdır. Kahraman
özellikleriyle öne çıkmış bir kimse bilge olabilir, ama önsezili olmayabilir.
Önsezili kişilerin en ünlü örneklerinden biri Njall’dır.
6) Büyücüdür. Büyülü ruhları
kullanırlar.
7) Beceriklidir. Beden
hareketlerinde, savaş aletlerinin kullanılmasında, binit kullanmada küçük
yaşlardan itibaren ustalaşırlar.
8) Eşyalarıyla bütünleşir.
Kullandıkları savaş malzemeleri ile (kılıç, mızrak, at) bütünleşirler. Bu
aletlerin ve binitlerin isimleri vardır.
9) Önderdir. Küçük yaşlarından
itibaren çevrelerine kitleleri toplayıp onları yönetme becerisini kazanırlar.
10) Mütevekkildir. Kaderlerini
sezdikleri durumda, sonunda ölüm dahi olsa ona boyun eğdikleri olur (Njall’ın
öldürüleceğini sezmesi, buna karşın canını kurtaracak önlemleri almayı reddetmesi).
11) Ozandır. Güzel Saçlı
Harald’ın saray hiyerarşisinde ikinci sıradadır. Ozanlık yeteneği, idam suçunun
bağışlanmasına bile vesile olabilir. Şiir ve şair büyü ile el ele ilerler. Şiir
düzen şair, hasta başladığı boylamanın sonunda tamamen iyileşebilir (Egil‐81).
12) Bazılarının masalsı
yaratıklarla akrabalığı vardır. Egil‐7’de Bjorgolf ile dağ devinin akrabalığı
gibi.
13) Endamlıdır. Çoğunlukla çok
iri, uzun, görkemli bir figür olarak resmedilirler. “Hiç kimselere benzemeyen
dev gibi” adamlardırlar (örn:Egil‐25. bölümdeki Skallagrim ve yoldaşları).
Egil‐27’de Kveldulf bir güç patlaması yaşar ve hemen arkasından gücü normal
insanların bile altına indiği için yataklara düşer. Egil‐30’da Skallagrim, dört
kişinin kaldıramadığı büyüklükte bir taşı denizin dibinden çıkarıp o taşla
birlikte evine geri döner. Egil’in kendisi üç yaşındayken altı yedi yaşında
gösteren, her açıdan hızlı gelişme gösteren bir kimsedir. On iki yaşına
geldiğinde o kadar güçlenmiştir ki savaş oyunlarında rakibi yoktur. Nihayet
yetişkin çağında dev kadar iri bir kimse olarak tarif edilmektedir. Sonradan
açılan mezarında bulunan kemikleri normal insanlarınkinden çok daha iridir.
Öyle ki, test etmek için baltayla kafatasına vurmuşlar, fakat birkaç çizik
dışında hiçbir zarar verememişlerdir.
14) İçki içmeyi sever. Çok
içerler.
15) Kadınlar da yiğitlikte,
akılda ve kişilikli duruşta erkeklerden geri kalmaz. Savaşta kaçan erkekleri
tekrar çatışmaya döndürmek için yalın kılıç düşman saflarına dalan, evlilikte
son kararın kendisine bırakıldığı, kocasına rağmen Hıristiyanlığa geçen,
devleti yöneten, büyü gücüne sahip kadınlar her yerde karşımıza çıkar (Sephton
1880, Green 1893, Morris vd. 1893, Thorsson 2000).
Görüleceği üzere İskandinav
kahramanıyla Türk destanının kahramanı arasında büyük benzerlikler var. Hiç
şüphesiz verilen bu özelliklerin hepsi bir kimsede toplanmıyor. Alpların
masalsı boyutlarını incelerken Dr. Bülent Bayram’ın “Çuvaş Türklerinin
Kahramanlık Anlatmaları” isimli çalışmasından yararlandık. Bu çalışmadaki
menkıbevi/masalsı alp tipi elflerle çarpıcı benzerlikler gösteri yor. Bunun
yanı sıra Ural‐Altay, Orta Asya, Kafkasya, Tatar, Tuna Bulgarlarının devler
hakkındaki efsaneleriyle, Çuvaşların alplar hakkındaki anlatmaları benzer
motifler taşır (Bayram 2010: 85‐89) .
Alp, Çuvaş anlatımlarında onların
her alanda yardımcısı olarak betimlenmiştir. Normal hayatta Çuvaşların orman
söküp tarla yapmalarına, tarla sürmelerine, ekin ekmelerine yardım eder. Düşman
saldırdığında ise onlara karşı koyan ve Çuvaşları kollayan bir koruyucu kahraman
konumundadır (Bayram 2010: 129‐132).
Alplar uzun boylu ve insanüstü
bir güce sahiptir. Doğduktan sonra çok hızlı büyümektedir. Bir anlatıya göre
Alpın çocuğu, normal insanların çocukları ile oynamak ister. Çocukların onu
oyuna almak için ondan olağandışı isteklerde bulunması üzerine alpın çocuğu,
bunların hepsini yerine getirir (Bayram 2008: 126). Fiziksel özellikleri
itibariyle popüler belleğin Asya‐Türk tiplemesinden farklı olabilmekte-dirler.
Sözgelimi Şan‐Şakkay sapsarısakallıymış. Bunun için ona Sarı Alp demişler
(Bayram 2010: 242). Bir başka anlatıma göre, eskiden panayıra giden bir grup,
alpın sapsarı saçlı kızlarını evlerinin bahçesinde dolaşırken görmüş (Bayram
2010: 185).
Bazen bir destan kahramanının
yaptığı işleri yerine getiren ve halkı için savaşan bir kahraman konumundayken,
bir başka zaman çok sıradan bir insan, basit bir kahraman şeklinde ortaya
çıkabilmektedir (Bayram 2010: 129‐132). Çobanlık ve tarım yaparak yaşayan
alplardan bahsedilir (Bayram 2008: 196‐197).
Alplar günümüz insanlarının
olmadığı dönemlerde yaşamışlar ve çok iri yapılı olmuşlar. İnanışa göre bu
alplar aynı zamanda Kafkas dağının yanında da bulunuyorlardı. Alpların
Kafkasya’dan İdil boylarına göç edişlerinden söz eden bir başka anlatım daha
vardır (Bayram 2010: 191‐2). Alp, bazen Tanrı tarafından çeşitli sebeplerle
yeryüzüne gönderilmiştir ve O’nun adeta yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Buna
karşılık bazen de Tanrı tarafından cezalandırılmakta ya da Tanrı alpın
doğumunun kendisine kötülük getireceğinden korkmaktadır (Bayram 2010: 191).
Alpların yok oluş sebepleri;
Tanrı’nın cezalandırması, su altında kalması, sır bir şekilde ortadan kalkma
veya günümüzün normal insanlarına dönüşmedir. Alpların yok oluşları normal
insanların hayatının başladığı dönemi açmıştır (Bayram 2010: 254‐262).
Alp toprağı, alp tepesi, alp
kurganı şeklinde adlandırılan tepelerin, bazı göllerin, çukurların oluşumlarını
açıklayan efsanevi anlatımlar vardır (Bayram 2010: 262‐302). Özellikle Alp
tepeleri adı verilen tepelerin oluşumu konusunda çok sayıda anlatım vardır. Alp
tepeleri geleneksel Türk inançlarındaki kutsal ziyaret yerleri gibi
görülmektedir. Bu tepeler kutsal kabul edilmiş ve onlar sürülmemiştir. Burada
bulunan alpın savaş malzemeleri de kutsal kabul edilmiştir. Bu malzemelere
Çuvaşlar büyük saygı göstermişlerdir.
Bu tepeler aynı zamanda
insanların başlarına gelen bir felaketten sıkıntıdan kurtulmak için gelip
yardım istedikleri dua ettikleri yerler haline dö sunmuşlardır. Alplara ve
onların günümüzdeki hatıraları olarak kabul edilen tepelere hala saygı
gösterilir (Bayram 2010: 136‐7).
Çuvaşlara göre kiremetler onlara
birçok kötülüğü, hastalığı getirebilmektedir: “Alpın ayakkabısını
silkelemesiyle oluşan tepeler bir süre sonra bir kiremete dönüşür”. Bir
anlatımda, kuraklığı ortadan kaldırmak için kiremete kurban sunulmuşsa da
yağmur yağmamıştır (Bayram 2010: 208).
Olağanüstü özellikleri olmasına
rağmen alplar ve çocukları, kendilerine kötü bir şey yapılmadığı müddetçe
kimseye dokunmamıştır (Bayram 2010: 139‐140). Böylece görülüyor ki alplar, kuralları
belirlenmiş herhangi bir iyilik ya da kötülük çerçevesinin içine konulamıyor.
Elfler ise İskandinav, Anglo
Sakson ve Germen kültür kollarına ayrılan kuzey kültürünün çok popüler bir halk
inanışı figürüdür ve sadece coğrafi değil, zamansal olarak da geniş ilgi görmüş
ve gerek kültürden kültüre, gerekse günümüze kadarki tarihsel süreçte hakkında
çeşitlemeler yapılmıştır. Otantik malzemeye girmeden önce kelimenin anlamı ve
kökeniyle ilgili açıklamaları bir fikir verecek düzeyde serimlemek istiyoruz.
İzlandaca-İngilizce sözlüğünde elfler şöyle açıklanmaktadır: “Álfr: 1)
Mitolojide elf, peri. Edda, Ljósálfar (Aydınlık Elfler) ve Dökkálfar (Karanlık
Elfler) olarak ikiye ayırır. Karanlık Elfler gerek modern peri hikayelerinde,
gerekse eski yazarlarca anılmaz. Elfler ve Ass’lar (ç: Aesir) dost tanrılardır.
Alvismál’de elfler ve cüceler [: dwarfs] açık bir şekilde birbirinden ayrılır.
Edda’da elflerin oturdukları bölge Álfheimar’dır ve kralları da Frey’dir. Peri
hikayelerinde elfler tepelik yerleri uğrak yeri haline getirmiş olan Huldu [:
gizli] tayfası olarak anılır. 2) Geçmişte Kuzey bölgesinin iki büyük nehir
arasında yer aldığı düşünülüyordu; Gautelfr ve Raumelfr. Mitolojik zamanlarda
bu ara bölge Álfheimar olarak isimlendirilmişti ve sakinleri Álfar [: elfler]
idi.” (Cleasby vd. 1874: 42)
Ayto’ya göre; “Elfler, Germen
efsanelerinde sahip oldukları olağandışı güçler sayesinde insanların yararına
ya da zararına büyü yapabilen varlıklardır. Zararlı küçük cinler haline
dönüşmeleri 16. yy’dan itibarendir. Kelime, P. Gmc: *albiz kökenlidir.
Varyantları ON: ‘alfr’; G: ‘alp’tır [: kâbus].” (Ayto 2005: 189)
Walshe’in tartışmalı varsayımına
göre ise kök, Sanskritçe “rbhus” (:kurnazlıkta usta bir çeşit peri)
kelimesidir. Buna karşılık elf, alf ya da alfr kelimelerinin etimolojik olarak
Sanskritçe ile bağlantılı olup olmadığı tartışmalıdır. OE’de“aelf” şeklinde
geçer ve “ylf” türevidir. ON “aelfr, alfr”, MHG “alp” (: karabasan) benzer
anlamlardadır. Batı dillerinde genel olarak “beyaz” anlamına gelen “Alb”
(
Elf, Avrupa dillerindeki popüler
bazı bileşik kişi isimlerinin de unsurudur; Alfred (Ælfræd), Alvin (Ælfwine),
Eldridge (Ælfric) gibi.
Eddalardaki “Alfar” (tekil: “alfr”) bilinen en erken
elflerdir (MacCulloch 1930: 219). Kuzeylilerin tapınımda bulunduğu alt sınıf
tanrılardan biridir. Elfler atmosferin dünya yüzeyine yakın bölgede ve dünyanın
iç bölgesinde yaşarlar. Birinciler Alfheim’de yaşayan Aydınlık Elfler (:
Ljósálfar), ikinciler Karanlık Elfler (: Dökkálfar) olarak anılırlar. Snorri,
Aydınlık Elfler’in güneşten daha sarı, Karanlık Elfler’in ise ziftten daha kara
olduğunu yazar. Aydınlık Elfler ile Karanlık Elfler erken dönem inanışlarında
birbiriyle iç içe geçmiştir (MacCulloch 1930: 220‐1).
Bazı elflerin davranışları ve görünüşleri insanlar gibidir
ve yaşadıkları yerler tümseklerdir. Kendilerini insanlara zaman zaman
gösterirler ve onlara yakınlık durumlarına göre iyilik ya da kötülük yaparlar.
Sözgelimi savaş sırasında ordulara yardım ettiklerini biliyoruz (Kvideland vd.
1988: 10).
Buna karşılık insanları ve hayvanları büyüleyip
hastalandırabilirler. Buna İzlanda dilinde “álfabruni” (elf çarpması) denir
(Kvideland vd. 1988: 212). Bu yüzden insanlar onların yakınlığını kazanmak
için, yaşadıklarına inanılan tümseklerde ve tepeciklerde “álfablót” denilen
sunu törenleri düzenleyip kurban sunarak ibadet ederler (MacCulloch 1930: 226).
Elfler, tarla ve ormanlarla, suyla, yerin alt bölgeleriyle, evlerle olduğu gibi
ışık ve havayla da bağlantılıdır. Tümseklerle birlikte tepelerde, taşlarda, kayalarda,
mezarlıklarda ve hatta denizin içinde otururlar. Korular, ağaçlar, özellikle
limon ağaçları onlardan sorulur. Bazıları dev gibidir. Bir hikayeye göre çok
uzun bacaklı olan bir elf hep sobanın başında oturmak istiyor. Eğer bu olanak
kendisine arkadaşça sağlanırsa herkesi mümkün olduğunca çevresine oturtmaya
çalışıyor ve ağaçları bütün olarak sürükleyip ateşe atmak istiyor (MacCulloch
1930: 226).
Huldu tayfası (
Ölüm kültünü kuzey inanışlarından ve elflerden ayrı
düşünmemek gerekir (Ellis 1968: 111). Elfler ölümün ve doğanı ruhlarıdırlar,
eski ırkların hatıralarıdırlar, rüyalar ya da hayaller onlardan sorulur. Alfar
ya da bağlı kategorilerinin ölümle ilişkisi tümsek ya da tümülüslerde yaşıyor
olmalarıyla bağlantılıdır. Olaf Gudrusson ölümünden sonra ve henüz
Geirstad‐’daki defnedildiği tümsekte iken Geirstadar‐álf (: Geirstaðaálfr)
olarak biliniyor du (Ellis 1968: 112). Akrabaları ona bereketli bir yıl olması
için kurban sundular. Yine de bu kanıt tüm ölülerin elf/alf olarak anıldığı
konusundaki bir iddia için yeterli değildir. Olaf Geirstaðaálfr’a gelince; o,
dünyaya tekrar ve bu sefer Aziz Olaf olarak gelen bir varlıktır. Bu bağlamda
elflerin “tepelerle” olan ilişkilerinin, tümülüslerin yeniden doğum olayıyla
(Olaf va‐kası) ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi yerinde olabilir (Ellis
1968: 113).
Kökenlerine ilişkin olarak, eski geleneklerle
Hıristiyanlığın karışması sonucu ortaya çıkmış çok ilginç tevatürler vardır.
Bir tanesine göre bir gün Tanrı, Adem ve Havva’yı ziyaret eder. Havva
çocuklarını gösterir. Tanrı, başka çocukları olup olmadığını sorduğunda Havva
yok der, ama vardır. Çocuklar temiz olmadığı (yıkanmadığı) için göstermeye
utanmıştır. Tanrı, “Benden gizlenenler insanoğlundan da gizlenecektir!” der ve
o günden sonra bu çocuklar ölümlülere görünmez olur. Koru, fundalık, tepecik ve
taşlarda yaşarlar. İşte elfler bunlardan türemiştir. İnsanlar ise Havva’nın
gösterdikleri çocuklardan gelir. Ölümlüler elfleri, onlar kendilerini
göstermedikçe göremezler. Fakat elfler insanları görebilir (Craigie 1896: 142).
Bir başka inanışa göre Tanrı, insanları cennetinden kovduğu
zaman bunlar yeryüzüne indiler ve troll tayfası olarak bildiğimiz varlıklar
oldular. Çatı tepesine düşenler nisse, suya düşenler su cini, tepelere düşenler
tepelik tayfası, kırlara düşenler elf oldu (Kvideland vd. 1988: 206).
Elflerle destansı alpların ortak özelliklerini sıralamak
gerekirse:
1) Aynı elf, hem iyi hem kötü olabilir.
2) İnsanlara, oların yaşamlarını kolaylaştıracak yardımlarda
bulunurlar (savaş, tarım, zanaat vs)
3) Sıradan insanlar gibi yaşayanları vardır. Bunlar davarı,
çifti çubuğu olan, çocuk ve aile sahibi elflerdir.
4) Fiziki özellikleri itibarıyla normal insan gibi ya da tam
tersi dev boyutlarında olabilirler.
5) Tepelerde ve tümseklerde yaşarlar. Su, dağ, koru, ağaç
gibi doğa unsurlarını kutsal kılarlar.
6) Yaşadıkları tepeciklerde sunu törenleri (álfablót)
yapılır.
7) Unutulmuş zamanların atalarıyla, yani bir atalar kültüyle
ilişkili olabilirler.
8) İnsanların kaderlerine etki edebilecek güçleri olduğuna
inanılır.
9) Tanrı katından kovulma ya da Tanrı tarafından
cezalandırılma tevatürüyle anılırlar.
KAYNAKÇA
AÇA Mehmet
(2000). “Türk Destancılık Geleneğine Bütüncül Yaklaşabilme ve Alp Kavramı
Üzerine Bazı Yeni Yaklaşım Denemeleri”, Millî Folklor, VI/48: 5‐17.
AĞASIOĞLU
Firidun (2000). Azer Xalqı, Bakı.
AYTO, J.
(2005). Dictionary of English Etymology, London: A & C Black Publ.
BAYRAM
Bülent (2010). Çuvaş Türklerinin Kahramanlık Anlatmaları (Alplar), Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
CLEASBY
R.‐G. VIGFUSSON (1874). Icelandic English Dictionary, London: MacMillan
and Co.
CRAIGIE W.
A. (1896). Scandinavian Foklore: Illustrations of the Traditional Beliefs of
the Northern People, London.
GREEN W.
C. (trans.) (1893). The Story of Egil Skallagrimsson, London 1893.
KÖPRÜLÜ
Fuat (1997). “Alp”, İslam Ansiklopedisi, C. 1, Eskişehir: MEB Devlet Kitapları.
KAPLAN
Mehmet (1985). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 3 (Tip Tahlilleri),C.
III., İstanbul: Dergâh Yay.
KARATAY
Osman (2009). “Ergenekon Öncesindeki Felaket Hakkında Bir Tarihleme Denemesi”, 1.
Uluslararası Uzak Asya’dan Ön Asya’ya Eski Türkçe Bilgi Şöleni, Afyon Kocatepe
Üniversitesi, 18‐20 Kasım 2009 (baskıda).
KARATAY
Osman (2010a). “Dnyeper Nehrinin Türkçe Adı ve İzahı Gereken 2500 Yıl”, Karadeniz
Araştırmaları, 26:17‐26.
KARATAY
Osman (2010b). “Türklerin ve Macarların Ortadoğu Kökenleri Üzerine”, Turan,
9: 27‐46.
KVIDELAND
R.‐H. K. SEHMSDORF (ed.) (1988). Scandinavian Folk Belief and Legend,
Minneapolis: University of Minnesota Press.
MacCULLOCH
J. A. (1930). Eddic Mythology, Vol. II, Boston.
MANTAYEV
T. (2010). Bir Tarih Kaynağı Olarak Muravyev ve Velihanov’un Eserleri,
İzmir: Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi).
MARCANTONIO
Angela (2009). “Belso‐ázsiai nyelv‐e a magyar?”, Journal of Eurasian Studies,
I/2: 68‐94
MORRIS
W.‐E. MAGNÚSSON (1893). The Saga Library (Heimskringla, Vol. I), Vol.
III, London.
NİZAMÜDDİN ŞÂMÎ (1987). Zafernâme, (çev. N. Lügal), 2.
Baskı, Ankara.
PARTRIDGE E. (1966). Origins: A Short Etymological Dictionary
of Modern English, London: Routledge.
SEPHTON J. (1880). Eirik The Red’s Saga, Liverpool: D.
Marples & Co. Limited.
THORSSON Ö. (ed.) (2000). The Sagas of Icelanders: A Selection,
London: Penguin Books.
YILDIZ Naciye (1985). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız
Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara: AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay.
[1]
Dilbilim camiası bu konuda beklenen çalışmayı henüz üretmemiştir. Türkçenin
zengin tarım ıstılahı bilinir ve söylenir ama konu tarihi zeminde bunu
değerlendirmeye gelince sükût edilir.
Post A Comment
Hiç yorum yok :