Oğuz Yabgu Devleti
Oğuz Yabgu Devleti

Oğuz yabgu devletinde Tarhan ve Yınal unvanlarını taşıyan şahıslar da
görülmektedir. (5) Ancak bunlar sadece asillik unvanları mıdır, yoksa aynı
zamanda memuriyet unvanları olarak da kullanılmakta mıdır, bilinemiyor. (6)
Yabgular devletinde Türkiye Selçuklularında gördüğümüz belerbeği memuriyetinin
bulunup bulunmadığı malum değildir.
Yabguların mühürlerine ve fermanlarına tuğrağ (tuğra) denilmekte olup,
bu kelime öteki Türklerce tanınmamakta idi. (7) Oğuzlar bu kelimeyi İran ve
Anadolu’ya da getirdiler. Selçuklu devletlerinde tuğrailik (nişancılık)
memuriyetinin bulunduğunu biliyoruz.
Oğuzlar aynı zamanda diğer Türklerin bitimek (yazmak) sözü yerine yazmak
kelimesini kullanıyorlardı. (8) Yazığçı da hısımlar arasında mektup getirip
götüren anlamına geliyordu. (9) Bütün bunlar Oğuz yabgularının bir divanları
(büro) olduğu fikrini telkin ediyor. Esasen onların, şehirlerden vergi toplayan
tahsildarları olduğunu biliyoruz. Fakat bu devanda hangi alfabe ve hatta hangi
dil ile yazı yazılıyordu, bu hususta hiç bir şey söylemek mümkün değildir.
Baguların ordalarında, avcı-başı, emîr-i âhur, gibi memurların, çavuşların
(teşrifat memurları), bekçiler (muhafızlar)in bulunduğu şüphesizdir.
Oğuzlar işlerini, meclisler kurarak istişare (keneşme) yolu ile
hallederlerdi. Oğuz sü-başısı Etrek, Tarhan, Yınal gibi, Oğuz büyüklerini
çağırarak halifelik elçilik heyetine ne gibi bir muamelede bulunulması
hususunda onlarla istişare etmişti. (10)
Oğuz yabgu devleti X. yüzyılın birinci yarısında müstakil ve kudretli
bir devlet idi. Onlar hiç bir zaman şu devlete veya bu kavme tâbi
olmamışlardır. Onlar, çok yiğit ve savaşçı bir kavim idiler. (11) Mes’udî, (12)
Oğuzların Türklerin en savaşçı eli olduğunu söylüyor. Oğuzların silah ve avadanlıkları
mükemmeldi. (13) Bu silahlar arasında, diğer Türk kavimlerinde olduğu gibi, ok
başta geliyordu ki, bunu Türklerin millî silâhı olarak vasıflamak yanlış
sayılmaz. Yukarıda da söylendiği gibi, Ermenilerin de dikkatini bu silâhları
çekmişti. İbn Fadlân sübaşı Etrek’in nasıl keskin bir nişancı olduğunu bir
misalle anlatır. (14) Kargı (süngü) ve kılıç da başlıca silâhlardandı. Bütün
Türkler gibi binici olup, at üzerinde savaşırlardı. Esasen atları pek çoktu.
Ermeni müverrihi Aristaguies, romantik bir itade ile atlarının kartallar gibi
süratli olduğunu söylüyor. (15)
Oğuzların komşuları ile olan münasebetlerine gelince bu, çok defa
düşmanca olmuştur. Oğuzların Peçeneklere karşı Hazarlar ile ittifak ettiklerini
biliyoruz. Ancak iki kavim (Hazarlar ile Oğuzlar) arasındaki münasebetlerin X.
yüzyılda pek dostça olmadığı görülüyor. İbn Fadlân Oğuzlardan, Hazarlar
nezdinde tutsakları bulunduğunu işitmişti. Mes’udî (16) Oğuzların İtil’in
ağzına yakın yerlerine gelip kışladıklarını, ırmağın suyu donunca buz tutmuş
ırmağın üzerinden geçerek Hazar ülkesine akınlar yaptıklarını, Hazar
kuvvetlerinin bu akınları durduramaması sebebi ile bizzat Hazar kralının
Oğuzların karşısına çıkmak zorunda kaldığını yazıyor.
Oğuzların güney komşuları Müslümanlar, bu zamanda tarihlerinin en mutlu
devirlerinden birini yaşıyorlardı. Maveraünnehir, verimli topraklara sahip bir
ülke olmakla beraber, müstesna mevkü dolayısı ile orada ticaret ve sanayi de
pek gelişmişti. Bu ülke Sâmânlıların idaresi altında siyasi istikrara
kavuşunca, maddeten ve manen İslâm âleminin en gelişmiş bölgelerinden biri
haline geldi. Mâvera Unnehr’li ticaret kervanları Türk âleminin en uzak
yerlerine kadar gidiyorlardı. Harizmliler de onlardan geri kalmıyorlardı. Her
iki ülkenin sanayi mamulleri için en büyük pazar, İtil’den Çin seddine kadar
uzanan geniş Türk alemi idi. Hattâ bu iki memleket halkı eski zamanlardan beri,
Türk âleminde koloniler meydana getirmişler, Türk kağanlarının hizmetlerinde
bulunarak onların şehir kurmalarında ve diğer medeni faaliyetlerinde yardımcı
olmuşlardır. Bu ülkelerde ticaret ve sanayinin gelişmesi, ora halklarının
manevî gelişmelerini de sağladı, İslâm cağrafyacıları, Maveraünnehir halkının
haiz olduğu manevi hasletleri birer birer sayarlar.
Emevi Devletinin yıkılmasından sonra (750 yılında) çok geçmeden (766’da)
esasen zayıf bir durumda bulunan Batı Göktürk Kağanlığı da Karlukların
istilasına uğradı. Çok yukarıda da söylendiği gibi, Karluklar bu başarılarından
sonra Batı Göktürk Kağanlığı toprakları üzerinde kuvvetli bir devlet kuramadılar.
Yabğu unvanını taşıyan hükümdarları, anlaşıldığına göre, Talas şehrinde oturdu
ve ancak Karlukların bir kısmına hâkim olabildi. Yani Karluklar da siyasî
bakımdan parçalanmış bir durumda idiler. Onların ve batı komşuları Oğuzların
İslâm ülkelerine karşı yaptıkları şey, yağma akınlarından ibaret kalıyordu.
Onlar bazen de, Maveraünnehir’de isyan çıkaranların (onların daveti üzerine)
yardımlarına koşuyorlardı. Müslümanlar bu yağma akınlarına karşı, Buhara
civarında, Şaş ile İsficab bölgelerinde duvarlar yaptılar. (17)
Hudud şehirleri de surlar ve hisarlar ile berketildi. Fakat, bölge ve
yöreleri korumak için duvar yapmak tedbirinden, bir müddet sonra vazgeçildi.
Karluklar o kadar zayıf bir durumda idiler ki, Sâmânlılardan İsmail b. Ahmed,
Sir-Derya ötesine bir sefer yaparak Talas şehrini zapt etti ve Karluk
yabgusunun hatunu da dahil olmak üzere, çok sayıda esir ve mühim bir ganimetle
geri döndü. Daha önce söylendiği gibi, Talas’ın epeyce doğusunda, Balasagun’un
batısındaki Ordu şehrinde oturan Türkmen meliki korkudan Müslüman olmuş ve
İsficab melikine vergi vermeye başlamıştı. Anlaşıldığına zaman Ahmed b.
İsmail’in fethettiği bölgeyi elinde tutmaya muvaffak olduğu gibi, belki
fethedilen bölgenin hudutlarını daha da ileriye götürdü ve söylendiği gibi, hâkimiyetini
Türkmenlere tanıttı. Bu zamanlarda Sir-Derya’daki Müslüman şehirlerinde
kalabalık sayıda gönüllü mücahitler vardı. Maveraünnehir’deki başlıca
şehirlerin halkı ve büyük kumandanlar bu hudut şehirlerinde mücahitlerin
oturmaları için ribatlar yaptırıyorlar ve onların diğer ihtiyaçlarını da temin
ediyorlardı. Bunlar için zengin vakıflar tahsi edilmişti. Bu mücahitlerin en
fazla toplanmış olduğu yer, İsficab şehri idi. Mukaddesi’ye göre(18)bu şehirde
1700 ribat (!) vardı. Bu husus İsficab melikinin kuvvetinin nereden geldiğini
gösteriyor. İsficab’da ki Türk hanedanının Sâmânoğullarına ismen tabi olması da
bununla ilgilidir. Bununla beraber, bu mücahitler arasında mühim sayıda
Türklerin de bulunduğunu biliyoruz.
942 yılında bir Müslüman şehri olup, İsficab meliklerine ait bulunan
Balasagun şehri Müslim Türkler tarafından fethedildi. (19) Bu mühim hâdise,
Kara-Hanlılar Devleti’nin yükselişini gösteren bir vakıadır. Daha önce de
zikredildiği üzere, bu gayri müslim Türklerin, başlarında Kara-Hanlı hanedanının
bulunduğu ve başlıca Kâşgar bölgesinde oturan Yağmalar olduğunda şüphe yoktur.
Balasağun’un fethinin, Sâmânlı başşehrinde tepkisiz kalmadığı görülüyor.
Kâğan’ın oğlunun tutsak alındığına bakılırsa (20) bir sefer yapılmış olduğuna
kuvvetle ihtimal verilebilir. Bununla beraber şehrin geri alınmadığı
muhakkaktır. Böylece Kara-Hanlılar, yükselmeğe başlarken Sâmânlıların kudreti
de Nuh b. Nasr’dan (934-954) itibaren çökmeye doğru gidiyordu. Sâmânlı tahtına
birbirinden zayıf şahsiyetler geçtiği için, Türk hassa ordusunun kumandanları
nüfuz ve iktidarlarını gittikçe arttırdılar. Bu kumandanlar ile hükümdarların
mücadelesi devletin yıkılmasında en mühim amil oldu. Türk kumandanlarından biri
olan Alp-Tegin 962 de Gazne’yi fethetti. Bu suretle Gazneliler Devleti kuruldu.
Kara-Hanlı hükümdarı Buğra-Han Harun b. Musa, aldığı davetler üzerine,
992 yılında Maveraünnehir’i istilâ etti ve 999 yılında Samanlı devleti sona
erdi. Maveraünnehir’de Kara-Hanlılar hâkimiyeti başladı. Horasan’a gelince,
burası bir kaç yıl önce Gaznelilerin eline geçmişti.
Maveraünnehir’in batı komşusu Harizm’e gelince, burada eskiden beri
yerli bir hanedan hüküm sürüyordu. Âfriğ-oğulları denilen bu hanedan mensupları
Sâmânlılara tâbi idiler. Âfriğ-oğulları, Oğuzların kuzeyden yaptıkları akınlara
karşı daima hazırlıklı bulunuyorlardı. (21) Bu hânedanın yerini 995’te
Memun-oğulları Harizmşahları aldı ki, buların hâkimiyeti de 1117 yılına kadar
sürdü. Bu tarihte Harizm, Gazneli Mahmud’un eline geçti ve bu hükümdar oraya
kumandanlarından Altun-Taş’ı vâli yaptı Altun-Taş ve oğulları 1040 yılına değin
Harizm’i idare ettiler.
Oğuzlar doğu komşuları olan Karluklar ile de savaşmışlardır. Hatta bu
savaşlardan birinde Oğuz yabgusu ölmüştür. (22) Bu hâdise X. yüzyılın
başlarında veya ondan daha önce vuku bulmuş olabilir. Kâşgarlı, (23) Oğuzlar
ile Çiğiller arasında eskiden beri sürüp gelen köklü bir düşmanlığın
bulunduğunu söyler.
Oğuzların kuzey komşularına gelince, bunlar Kimekler ve bilhassa bu
kavimin gittikçe kuvvetini artıran Kıpçak boyu idi. Kıpçakların daha IX.
yüzyılda Kimek elinden ayrılarak müstakillen hereket ettiği anlaşılıyor.
Kimekler çok soğuk mevsimlerde, Oğuzlar ile barış halinde bulundukları zamanlar
sürüleri ile güneye göç ederlerdi. (24)
Oğuz yabgu devletinin nasıl ve ne zaman sona erdiği hakkında hiç bir
tarihi bilgi yoktur. Câmi üt-tevârih’teki Oğuzların destanı mahiyetteki
tarihlerinde Ali-Han adında biri son Oğuz yabgusu olarak görünüyor. Ali-Han’ın
Kılıç-Arslan adlı ve Şah-Melik lakablı bir oğlu vardı. Şah-Melik tarihi bir
şahsiyet olup, XI. Yüzyılın birinci yarısının ortalarında Cend hakimi idi.
Hatta bir eserde onun babasının adı, destanda olduğu üzere, Ali olarak
gösterildiği gibi, el-Berânî şeklinde nisbesi de verilmektedir. (25) Fakat
bugüne kadar bu nisbeyi izah etmek mümkün olmamıştır. Kaynaklarda Şah-Melik’in
Oğuz menşeli olduğuna dair de hiç bir ifade yoktur. Bu sebeple, teyit edici
tarihi bir delil elde edilmedikçe Câmi üt-tevârih’teki rivayete bir kıymet
izafe etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz. (26)
Aşağıda bahsedileceği üzere, Selçuk’un oğullarından İsrail (392 = 1002)
yılında yabgu unvanını taşımakta idi. Bu husus, Oğuz devletinin bu tarihten
önce yıkılmış olduğunu büyük bir ihtimalle göstermektedir.
Şimdiki en kuvvetli ihtimal olarak Oğuz yabgu devletine Kıpçaklar
tarafından son verilmiş olduğu üzerinde durmaktayız. 1030 yılından önce
Harizmşah Altun-Taş’ın hizmetinde bir Kıpçak zümresi vardı. (27) Bu Kıpçak
zümresinin Harizm’e gelebilmesi ancak Aral’ın kuzey ve kuzey batı kısmının
Kıpçakların eline geçmiş olmasıyla mümkündür. F. Köprülü’nün de dediği gibi,
(28) Altun Taş’ın hizmetinde bulunan ve Hıfçah ile birlikte zikredilen Küçet ve
Cugrakların da Kıpçakların yakın akrabaları olmaları pek muhtemeldi. Selçuklu
Çağrı Beğ, Horasan hükümdarı iken (1040-1060). Kıpçak emiri (r”;-s KöÂ!) onun
katına gelerek Müslüman olmuş ve aralarında dünürlük kurulmuştu. (29) Rus
vekayinameleri 1054 yılında ilk defa olarak Kara-Deniz’in kuzeyinde Torkların
(Uz = Oğuz) ve Polovtsi (Kıpçak) lerin zuhurundan bahsederler. Bu Torkların,
Bizans kaynaklarının Uz dedikleri Oğuzların bir kümesi, sarışın anlamına gelen
Polovtsilerin de Kıpçaklar olduğu kabul edilmiştir. Bu Oğuz Kümesinin
Kıpçakların baskısı altında İtil’i geçerek Kara-Deniz’in kuzeyine gittikleri
biliniyor. (30)
Diğer taraftan Kâşgarlı’nın haritasının tetkikinden, Kıpçakların Oğuz
çölünü ve hatta Sir-Derya’nın aşağı yatağını tamamen denilebilecek derecede
işgal ettikleri görülüyor. (31) Nâsır-ı Husrev’in (ölm. 1060) bir şiirinden de
Kıpçakların Oğuzlar ile yan yana yaşadıkları anlaşılıyor. (32) Alp Arslan’ın
Mangışlak seferi dolayısı ile Türkmenlerin Kıpçaklar ile karışmış bir halde
yaşadıkları (şüphesiz Üst Yurd’da) ve tacirleri yağma ettikleri söyleniyor.
(33) Bütün bu kayıtlar, Kıpçakların Oğuzları sıkıştırarak onların
topraklarından mühim bir kısmını ellerine geçirmiş olduklarını açıkça
gösteriyor. Oğuz yabgu devletinin de bu Kıpçak hücumları sonucu da yıkıldığını
düşünmek gayet tabidir. Kıpçakların bu başarılarının da Oğuzların dahili
mücadeleler neticesinde parçalanarak zayıf bir duruma düşmüş bulunmaları ile
ilgili olduğu muhakkaktır. Oğuzlar arasında eskiden beri çekişmelerin olduğunu
ve bunun göçlere sebebiyet verdiğini biliyoruz. Bu hadisenin ne zaman vuku
bulduğu meselesine gelince, bu hususta kati bir hükümde bulunmak mümkün olmamakla
beraber, bunun, 392-1002 tarihinden önce olduğunu en kuvvetli ihtimale
söyleyebiliriz. Çünkü bu tarihte Selçuk’un oğullarından İsrail yabgu unvanını
taşıyordu. (34)
Selçukluların Cend yöresine gelmeleri de, dahilî mücadele ile veya yabgu
devletinin yıkılması ile ilgili idi. Hülasa dahili mücadele ve Kıpçak hücumları
sonucunda Oğuz devletinin yıkılması, Oğuzlardan mühim kümelerin göç etmelerine
sebep olmuştur. Böylece onlardan mühim bir kol, ilk önce Cend’e sonra oradan
aşağıya, Buhara tarafına göç etmiş diğer mühim bir küme de Güney Rusya’ya
gitmişti. XI. yüzyılın ortalarında Oğuzlar başlıca, Sir-Derya bölgesinin orta
yatağında yani Karaçuk dağları bölgesinde ve oradaki şehirlerde ve bir de
Mangışlak yarımadasında toplu bir halde yaşıyorlardı. Bununla beraber Moğol
istilâsı zamanında Cend ve Kara-Kum’da Türkmenlerin yaşadıkları görülüyor.
Uzların Macerası
Oğuzlardan mühim bir küme XI. asrın ortalarında Kara-Deniz’in
kuzeyindeki topraklarda görüldü. Rus müverrihleri bunlara Tork, Bizans
Kaynakları da Uz demektedirler. Rus vekâyinâmelerinde onlardan ve Polovtsi
(sarışın) dedikleri Kıpçaklardan ilk defa, 1054 yılında bahsediyor. (35)
Rusların, Peçeneklerin ve Kıpçakların dahil etmeyerek yalnız Uzlara Tork (Türk)
demelerinin sebebi bilinemiyor.
Uzların Kara-Deniz’in kuzeyine gelmelerine Kıpçakların sıkıştırmaları
amil olmuştu. Kıpçaklar, Kara-Deniz’in kuzeyinde Oğuzları sıkıştırmakta devam
ederek onlardan çoğunun Tuna boylarına ve oradan da Balkanlar’a inmelerine
sebep olmuştur. 1064-1065 yılında Tuna’yı geçen Oğuzlar birçok kollara
ayrılarak Balkanlar’da geniş bir istilâ hareketinde bulunmuşlar, Trakya
Makedonya ve Selanik bölgelerini yağmalamışlardır. Ancak, birden bire başlayan
soğuklar onlar arasında salgın bir hastalığın çıkmasına sebep olmuştur. Esasen
dağınık bir halde bulunan Oğuzları bu salgın hastalık zayıf bir duruma
düşürdüğü gibi, eski düşmanları Peçeneklerin ve yerli halkın hücumlarına
uğrayarak pek çok zayiat verip, kuvvet ve ehemmiyetlerini kaybettiler.
Uzların sağ kalanları Bizans tarafından Balkanlar’ın muhtelif yerlerinde
ve bilhassa Makedonya’da yerleştirildiler. (36) İşte bu Uzların hayatı, sürüden
ayrılan kuzunun akibeti gibi, böyle hazin bir şekilde sona ermiştir. (37)
Bununla beraber Bizans hizmetine giren bu Uzlardan bir kısmının 1071 yılındaki
Malazgirt savaşında kardeşleri Selçuklu Oğuzları’nın saflarını katıldıklarını
biliyoruz.
Prof. Dr. Faruk Sümer
Kaynaklar
( 1-) İbn Fadlân, Z. V. Togan yay., s. 10, 16, S. ed-Dehhân yay.,
s. 91, 103. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda b u terkibteki sü kelimesinin aslında su
olduğu sanılmış ve hattâ bunun “serçeşme” şeklinde Farsça tuhaf bir tercümesi
bile yapılmıştır.
( 2-) İbn Fadlân, Togan, s. 13, 15, S. ed-Dehhân, 97, 101; metinde:
Türklerde bu şekilde bir unvana rastgelinmemiştir. Buna karşılık Kül-Erkin
unvanı vardır.
( 3) Gösterilen yerler.
( 4) İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, s. 97, 101,
102.
( 5) İbn Fadlân, Z. V. Togan yay., s. 13, 16, S. ed-Dehhân yay., s.
97-103.
( 6) İbn Fadlân (Z. V. Togan yay., s. 16) (S. ed-Dehhân, s. 103).
( 7) Kâşgarlı, I, s. 385.
( 8) Kâşgarlı, Kilisli, III, s. 45, Atalay, s. 59.
( 9) Kâşgarlı, Kilisli, III, s. 41, Atalay, s. 55.
(10) İbn Fadlân, Z. V. Togan yay., 10, 16, S. ed-Dehhân yay., s. 91-103.
(11) Hudul ul-âlem, s. 86, Minorsky, s. 100. İdrisî (tercüme Jaubert, 1840, II,
s. 342). Bu hususta aynen şöyle demektir: “Ces peuples sont des Turcs Ghozzes
qui marchent toujours armes tres braves et toujours prets â combattre Ies
autres peuplades Turques”. Bu kavimler Oğuz Türklerinden olup her zaman
silâhlı, çok cesur ve daima diğer Türk kavimleri ile savaşa hazır bir
durumdadır.
(12) Murûc uz-zeheb, I, s. 212.
(13) Hudûd ul-âlem, gösterilen yerler.
(14) Z. V. Togan yay., s. 16, S. ed-Dehhân yay., s. 103.
(15) Z. V. Togan yay., s. 17, S. ed-Dehhân yay., s. 104.
(16) Murûc uz-zeheb, II, s. 17.
(17) Barthold, Turkestan, s. 201, 211.
(18) s. 273; Barthold, a.e., s. 176.
(19) Barthold, aynı eser, s. 256.
(20) Barthold, gösterilen yer.
(21) Birûnî, el-Âsâr ul-bâkiyye, yay. E. Sachau, 1878, s. 236.
(22) Mücmed üt-tevârih, s. 103; Gerdizi, s. 80.
(23) Kilisli, I, s. 330, Atalay, I, s. 3.
(24) Hudûd ul-âlem, s. 85, Minorsky, s. 100.
(25) İbn Fınduk, Tarih-i Beyhak, yay. Ahmed-i Behmenyâr, Tahran, 1317 ş., s. 51.
(26) Câmi ut-tevârih’deki Oğuzların destanî tarihleri ve Şah-Melik hakkındaki
rivayetler için: Oğuzlara Ait Destanî Mahiyette Eserler, s. 378-379.
(27) Tarih-i Beyhakî, s. 86, 684.
(28) Kay Kabîlesi Hakkında Yeni Notlar, Belleten, sayı 33, s. 442. Küçetler ile
Cuğraklar üzerinde aynı yazıda toplu malûmat vardır (s. 435-444)
(29) Ahbâr ud-devlet is Selcukiyye, yay. Muhammed İkbal, Lahur, 1933, s. 28.
(30) Minorsky, Hudud ul-âlem Haşiyeleri, s. 316, 317.
(31) Kâşgarlı’nın haritası için bk. Kilisli, I, Atalay II.
(32) (Divân-i Nâsr-i Husrev, Tahran, 1304-1307, s. 329). Fakat Divân’da
Barthold’un, E. G. Browne dayanarak zikrettiği Deşt-i Kıpçak sözü geçmiyor.
(33) Sıbt İbn ul-Cevzî, Mir’at’uz-zamân, Türk İslâm Eserleri Müzesi ktp. nr.
2134, yp., 242 b, Topkapı Sarayı, III, Ahmet ktp. nr. 2907, XII, yap. 228a.
Anlaşılacağı üzere, burada Türkmenlerin karıştıklarının söylendiği “küffar”
Kıpçaklardır. Türkmenlerin göçkünleri, çoluk çocuklarını ve davalarını bırakıp
kaçtıkları söylenen ada da (cezîre) Mangışlak yarım adasıdır. Bu seferden
aşağıda bahsedilecektir.
(34) Az aşağıda bu meseleye temas edilecektir.
(35) Minorsky, Hudud ul-âlem Haşiyeleri, s. 316-317; aynı müellif, Mervezî
Haşiyeleri, s. 102. Fakat A. K. Kurat Rus kinazı St. Vladimir’in Uzlar ile
birlikte Kama Bulgarları üzerine 985 yılında bir sefer yaptığından bahsediyor
ve Uzların bu tarihte (yani 985’te) Don boylarında oturduğunu söylüyor (Peçenek
Tarihi, İstanbul, 1937, s. 128).
(36) A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 150-152, 187-188.
(37) A. N. Kurat, a.e., 154-155. Urfalı Mateos (Türkçe tercümesi, Hrant D.
Andreasyan, T. T. K., 1962, s. 143) Bizans ordusunun sağ kolunda bulunan Uzlar
ile sol kolunda bulunan Peçeneklerin (Padzunak), savaşın kızıştığı bir sırada
Selçuklular tarafına geçtiğini söylüyor. E. Dulaurier (bk. a.e., s. 142 not),
Malazgirt Savaşı’nda bulunan büyük Bizans kumandanlarından Tarhan’ın
(Tarkhaniat) Oğuz başbuğlarından olduğunu yazar.
Post A Comment
Hiç yorum yok :