Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-En Büyük Tanrı Gök Tanrı
En Büyük
Tanrı Gök Tanrı
Göçebede ve onun kurduğu tüm devletlerde en büyük Tanrı Gök
Tanrıdır. Gök Tanrı, gökteki tüm yıldızları, güneşi, ayı kapsayan, neredeyse
evrenin kendisi olan bir Tanrıdır. Gök Tanrı da canlıdır ve can (ruh) taşır.
Tanrı deyimi, Tengri, hem fiziksel olarak göğü ve hem de onun ruhunu ifade
eder. Tengri’nin yanında gök veya mavi sözcüğü, Tengri’yi belirleyen sıfatlardır.
Yani Tanrının 99 adı gibi, bir tanımlamadır. Tanrısal ve fiziksel göğün
birlikteliği, Şamanizm’den Budizm veya Mani dinlerine geçildiğinde, farklılaşma
gösterir. Budist ve Manihaist (Manici) Türk metinlerinde, fiziksel gökyüzü
(Sema) ve Tanrısal gök birbirinden ayrılır. Artık Tengri Tanrısal gök için, Gök
(Kök) ise Sema için kullanılır. Müslümanlığın kabulünden sonra da bu ayrım
devam eder, gider. Şamanizm’de kat kat düşünülen gökte yaşayan gök Tanrı,
insandan ayrı düşünülmez.
Şamanizm’de ışığın ve iyi ruhların yeri olan Gök on yedi
kattan oluşmuştur. Karanlık ve kötü ruhların yeri olan yeraltı yedi veya dokuz
kattan oluşmuştur. Her ikisi arasında insanların yaşadığı yeryüzü vardır. Bütün
bu katlardaki her şey en üst katta oturan Tengri veya Gök Tanrı’ya bağlıdırlar.
Gök Tanrının sarayları, adamları, atları vardır; yer, içer ve eğlenir. Bugünkü
Altaylılarda Gök Tanrıya Ülgen denir. Ülgen, gökte altın bir tahtta oturur.
Göğün diğer katlarında oğulları, kızları ve adamları oturur. Abakan Türklerinde
ise Gök Tanrının çadırı vardır, atları Demirkazık yıldızına bağlı durur.
Gök Tanrı, göğün tümüdür ama bazı gök cisimleri de gök
Tanrıdan ayrı olarak kendi başına Tanrı kabul edilebilinir. Güneş, ay ve bazı
yıldızlar kendi başlarına Tanrıdırlar. Bu göğün, gök Tanrıdaki birliğini
bozmaz. Hun hükümdarı her sabah güneşe, geceleri aya tapar. Moğollar güneşe ve
aya ulurlar. Cengiz han güneşe yüzünü dönüp göğsünü yumruklar ve dokuz kez
güneşe secde eder. Günümüz Yakutlarında, güneş ve ay iki kardeş Tanrı kabul
edilir. Günümüz Altaylarında güneş ana, ay atadır. Solban (Venüs) ise atları
koruyan bir Tanrıdır.
Çinlilerden öğrendiğimize göre, Göktürklerin bir de yer
Tanrı veya Tanrıçası vardır. Orhun yazıtlarında " Üstte Tanrı, altta Yer
buyurduğu için " Türk budun zenginleşir. Böylece gök ve yer bir çift
teşkil etmektedir. Bu çiftin birlikteliği ve çelişmemesi çok önemlidir. Yine
Orhun yazıtlarına göre, gök ve yer çeliştiği için Oğuzlar ve Türkler
birbirinden ayrılırlar. Yer Tanrı veya Tanrıçası bitkilerin büyümesi ve yavruların
doğması ile de ilintili görülmektedir.
Tengri’nin yanı sıra, soyut sayılabilecek Tanrılar da
vardır. Tanrıça Umay böyle bir dişi tanrıdır. Umay, doğumların, yeni doğmuş
bebeklerin ve çocukların koruyucu Tanrısıdır. Yakutlarda Aysıt adını alan Umay,
bir bereket Tanrısının tüm niteliklerini taşır. Aysıt sadece insanlara değil,
tüm yavrulara ve doğumlara sahip çıkar.
Göçebe dini olan Şamanizm’de her şeyin bir ruhu olduğundan
bahsetmiştik. Bu ruhların yanı sıra, evrenin işleyişini düzenleyen bir Gök Tanrı
ve buna yardım eden diğer Tanrıların da bulunduğunu gördük. Bazı ruhlar
görüntüleri veya işlevleri nedeniyle zamanla kutsallaşmışlardır. Bu kutsallık
giderek bir nevi Tanrısallığa ulaşmıştır. Bunlara ikincil Tanrılar da denile
bilinir. Ruhlarla Tanrıların birbirine karıştığı ve pek çok ruhun
Tanrısallaştığı bu durum, giderek ve zamanımıza yaklaştıkça, Şaman dininde bir
Tanrılar bolluğunu da beraberinde getirmiştir. Bu anlamda Ateş Tanrıdan, Su
Tanrıdan ve Dağ Tanrıdan bahis edilebilinir.
Gök Tanrıya kurbanlar dağ tepesinde sunulur. Bugün
Altaylarda yaşayan Şor ve Belterler, dağ tepesinde Gök Tanrıya verdikleri
kurbanlara " Tanrı-Gök kurban " derler. Dorukları Göğü delen dağlar
ile Gök birbirine karışır. Dağlar Tanrıların makamıdır. Bu nedenle Kağanlar da
dağlarda otururlar. Ötüken dağı, Türk devletlerinin kutsal merkezidir. Orta
Asya dağları Büyük Ata, Büyük Hakan diye anılır. Altaylı Şamanlar, dualarında
doğrudan doğruya Altaydağına seslenirler ve onu Tanrı mertebesine çıkarırlar.
Anadolu Yörükleri, göç esnasında Toros dağlarının ruhuna kurban sunarlar.
Dağlar gibi, Sular da Tanrısallaşır. Bu nedenle suların
kirletilmesinden kaçınılır. Çin kaynakları Juan-Juanların suda elbise ve
ellerini yıkamadıklarını, kaplar boşalınca onları temizlemek için yağladıklarını
yazar. Çağataylarda gündüz suya girmek yasaktır. Suya işeyen veya sümküren idam
olunur. Cengiz han suya saygıyı yasallaştırır. Bu saygı hala pek çok yerde
devam eder gider. Eski Türkler de Su ab-ı-hayattır, kutsaldır, kültleşmiştir.
Bugün bile suya işemek ve tükürmek, Tahtacılarda en büyük günahlardan biridir.
Su gibi, gökten geldiğine inanılan Ateş de
Tanrısallaşmıştır. Göktürklerde ateşe olağanüstü bir saygı gösterilir. Ateşin
temizleyici gücüne inanılır. Doğu Roma elçileri, kötülüklerden temizlensin diye,
alevlerin içinden geçirilirler. Gelin, damada giderken iki ateş arasından
geçirilerek temizlenir. Tahtacılarda, hastalar iki ateş arasından geçirilir.
Altaylarda ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak yasaktır.
Şamanlar törenlerde ateşe kurbanlar sunarlar. Bahar törenlerinde, ortada
yakılan ateşin üzerinden atlanılır.
Dağ, Su, Ateş zaten fiziksel olarak güçlüdür. Ruhlarına, bu
manevi güçler de eklenince, Tanrısal bir mertebe kazanırlar. Böyle güçlü ruhu
olan diğer bir nesne de kapının eşiğidir. Bu güç eve mutluluk sağlar. Bir şefin
evinin kapısının eşiğine basan kişi öldürülür. Eşik, Bektaşilerde de kutsaldır.
Orta Asya’da eşiklerindeki Tanrı simgesi ile Bektaşi eşiklerinin Ali simgesi
birbirine pek yabancı değillerdir. Göçlerde eşik saygıyla korunur, ziyaretlerde
eşik öpülür, her barınağın bir eşiği olur.
İhtisaslaşmış Tanrıların çoğalması, bozkırın, insan, hayvan,
bitki ve şeyleri aynı sayan yaşam birliği ilkesini bozmaz. Sayıları ne denli
çok olursa olsun, üstün varlıklar birbirlerinden farklı değillerdir. Yaşamda
birlik vardır. Ancak yaşamda birlik, bütün yaşayanların eşit olduğu anlamına
gelmez. Nasıl ki insanlarda bey, kara budun, köle gibi hiyerarşi gözetiliyorsa,
aynı durum, hayvanlar ve bitkiler için de geçerlidir. Bozkır insanı kendini
evrenin efendisi veya sahibi saymaz. Şamanizm’i diğer dinlerden ayıran en
önemli vasıf, insan merkezli olmamasıdır. Bozkır insanı, avcı ataları gibi,
zayıflığını, sınırlılıklarını ve başarısızlıklarını sürekli gözlemler.
Çevresindeki varlıkların gücünü, etkisini ve başarısını gözler. Doğadan daha
güçlü olmadığını bilir. Varlığının, çevresiyle uyum içinde yaşamakla var
olabileceğinin bilincini daha kaybetmemiştir.
Altaylarda Şaman |
Post A Comment
Hiç yorum yok :