Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Şaman Dini İki Dünyanın Birliği
Şaman Dini
İki Dünyanın Birliği
İnsanlar toprağa yerleşmeye başladıklarında daha göçebeliğe
geçmemişlerdi. Yerleşik düzene geçiş, göçebeliğe geçişten bir adım önde
olmuştur. Burada anlatımda bulunulan süreçte, dünyada iki tip yaşam tarzı
vardı. İnsanların büyük kısmı avcı toplayıcı iken, ufak bir azınlık toprağa
yerleşmeye başlıyordu. Bir süre sonra, avcı toplayıcı toplumlar bir taraftan
yerleşmeye, bir taraftan da göçebeliğe başlayacaklardır. Ancak, yerleşik düzen
avcılık ve toplayıcılıktan tamamen farklı bir süreçken, göçebelik avcılığın
doğal devamı gibidir. Hangi toplumun hangi süreci yaşayacağına bulunduğu
coğrafya karar vermiştir.
Yerleşikleri ele alırken, onların dinleri de ele
alınacağından, kopukluk olmaması için, Avcı toplayıcı toplumun ve göçebe
toplumun dini olan Şaman dinine tekrar dönmek gerekmektedir. Şaman dini
anlatılırken, yakın tarihten örnekler verilmiş olması, tarihin akışına ters
gibi görülse de konunun iyi anlaşılabilmesi için gerekmektedir. Ayrıca bilinen
örnekler, anlatılan tarihten daha yakın tarihlere aittir. Ana yurdu bozkırlar
olan Avcı ve toplayıcı toplumun dini, toplumlar göçebelik aşamasına geçtikten
sonra çok az değişerek devam etmiştir.
Bozkırın sert ve acımasız yaşam koşulları, avcı ve toplayıcı
toplumlara ve daha sonra da göçebelere büyük bir yaşam sevinci verir. Bugüne
kadar varlığınızı sürdürmüşsünüzdür. Bugün yaşamaktasınızdır. Var olmanız
yeterli bir sevinçtir. Yarının neye gebe olduğunu kimse bilemez. Yarın
gelecektir. Yarının bugünden iyi olmasını dileriz, ama bu, bugünün değerini
düşürmez. Bozkır insanında ölüm korkusu yoktur. Ruhsal kargaşa yoktur. Yaşama
tam bir bağlılık vardır. En eski yazılı belgeler, göçebelerin zevke, eğlenceye,
içkiye ve aşka ne denli düşkün olduğunu anlatır. Şarkılar söylenir, danslar
edilir. Ölüme gülerek gidilir. Yerleşik insanlar, göçebelerin yaşam sevincini,
metanetini, kaygısızlığını anlayamazlar. Bol çocuk sahibi olup, soyunu
sürdürmek yapılması gereken en önemli iştir. Bozkır insanı " Kut "
denilen, Gök Tanrının verdiği yaşam gücünü korumaya ve arttırmaya çalışır.
Öteki dünyada da insanın, bozkırdaki yaşamına değişmeden devam edeceğine
inanır. Bir anlamda ölümsüzdür. Dini kendi ile uyumludur. Dini doğa ile
uyumludur. O, bu dini, on binlerce yıllık deneyimi ile yaratmıştır. Kendisinin
bir parçası olan inanışı, onu doğanın ayrılmaz bir parçası yapar.
Taklamakan Bozkırı |
Göçebenin, evrende algılanabilen her şeyi, kendine benzer
şekilde yorumladığını görmüştük. Canlı cansız, maddi manevi ayrımı yapmaz. Can,
her şeyde, her yerde bulunur ve her yerde aynıdır. Tek canlı insan değildir.
Hayvanlar, bitkiler ve hatta dağ, taş, ay, güneş, yıldızlar, gök hepsi, her şey
canlıdırlar. Her şeyin bir canı (ruhu) vardır. Toprak, kaya, nehir, ağaç içinde
oturan bir ruh vardır. Ruhlar, birbirinden farksızdır. Hayvandaki ruhla,
bitkideki ruh, cansızdaki ruh ve insanın ruhu aynı nitelikte, birbirinden farkı
olmayan ruhlardır. Canlının, cansızın bir tek ruhu değil, pek çok ruhu vardır.
İnsanın başlıca ruhu, ona yaşam gücünü veren " Kut " tur. Kut'u Gök
Tanrı verir. Çağdaş Şamanist Türk boylarından Yakutlarda, ruhlar için "
tın ", " kut ", ve " sür " sözleri kullanılır. Esinti,
rüzgâr ve nefes anlamına gelen " tın " vücuttan ayrılırsa ölünür.
" Kut " ayrılırsa ölüm olmaz. " Sür " ise, enerji, irade ve
ruhsal durumları meydana getiren öğedir. Sür, insan uyurken vücuttan ayrılıp,
her yeri dolaşabilir. Çağdaş Altaylarda ise, insan ruhları için " tın
", " kut " ve " süne " sözcükleri kullanılır. Buna
benzer şekilde, Ehl-i Hak denilen Alevi boylarında bitkisel, hayvansal ve
insansal üç ruh bulunur. Anadolu’da yaşayan Tahtacılarda benzer bir inanç
vardır, bu inanca göre bitkisel ruh toprağa bağlı kalır. İnsan ölünce mezarda
yaşamaya devam eder, evini dolaşır, akrabalarının rüyasına girer. Hayvansal ruh
ise başka vücutlarda yeniden dünyaya gelir. İnsansal ruh ise cennete gider.
İnsan ruhları genelde kuş biçiminde düşünülür. İnsana can
vermeden önce, bu ruhlar gökyüzünde kuşlar şeklinde dolaşırlar. İnsan ölünce,
tekrar göğe uçarlar. Göçebeler, ruhlar arasında fark olmamasından, diğer
ruhları da, (hayvan, bitki, cansız ruhları) kuş biçiminde düşünürler. Eğer kuş
şeklinde düşünülmeyen bir ruh varsa, bu başka bir hayvan şeklindedir.
Böylece bozkırda Hayvanla İnsan arasında, çok sıkı ve hatta
iç içe bir ilişkiler yumağı vardır. Ruhlar yaşam kaynağını Gök Tanrıdan
alırlar. Gök, yaşam gücünün “ Kut'un “ yaratıcısıdır. Yiğitleri ölümden
kurtaran Kut’tur. Başarı Kut sayesinde gelir. Herkes Kut'un peşindedir. Gök,
Kut’u geri çekerse, Hükümdar tahtını, yaşamını yitirir. İşte Kutlamak budur.
Ruhlar gökten gelir, göğe döner. Ana yerleşim yeri gök olan
ruhlar, bazı durumlarda, özel yerlerde de mekân tutabilirler. Bir dağ, boyun
ilk yerleşim yeri, evinin çevresi, boyun atalarını temsil eden Onganlar,
öldürülen düşmanları sembolleştiren balballar, boyun bayrağı (tuğ) ruhların
bulunabileceği yerlerdir. Ruhlar bozkırda dolaşmayı da çok severler. İnsan
ölünce, ruhu göğe yükselirken, ona hayvanının ruhu kılavuzluk eder. Onun için
hayvan öldürülürken, yok olmamasına, yani ruhunu kaybetmemesine dikkat edilir.
Bu geçici dünyada yaşamak yerine, esas ait olunan yere, yani göğe dönüş
beklenen, istenen bir durumdur. Ancak göğe dönüşü engelleyebilecek hatalar
yapılmamalıdır. Öldürülen insan veya hayvan veya bitki, öldürülme fiilinden
dolayı gücenmez, ama göğe dönüşünü kolaylaştıracak bir tarzda öldürülmeği
istemekte onun hakkıdır. Avcı, hayvanı usulüne uygun bir biçimde öldürür,
böylece onların gerçekte yok olmayıp yeniden yaşayacağına, biçimini yeniden
bulacağına ve ölen ile öldüren arasında özel bir ilişki kurulacağına inanır.
Göçebe her öldürdüğü düşman için kendi mezarına bir balbal diker; düşmanı
balbalı olup, ona öteki dünyada hizmet eder. Usulüne uygun olarak öldürülmüş av
hayvanı, tekrar canlandığında, kendini öldüren avcıya gönüllü olarak kendini
yeniden avlatır. Böylece usulüne uygun av, hayvanın kökünü kazımaz, onu
bitirmez. Bu kıtlığa karşı da bir önlemdir.
Öldürme usulüne uygun yapılmalıdır. Can, ruh veya yaşam gücü
kandadır. Bu nedenle kurbanın kanını akıtmaktan kaçınılır. Bu gelenek ta
göçebelik döneminden, Osmanlı Devletine kadar gelmiştir. Padişah kardeşleri kan
akıtmadan, eski Türk geleneklerine uygun olarak yay ve kirişle boğularak
öldürülür. Cengiz han dönemini anlatan Moğolların Gizli Tarihi de, kanı akmadan
nasıl hayvan öldürüleceğini tanımlar ve İslami usulde hayvan öldürmeyi
reddeder: " Kim bir hayvanı Müslümanların usulünce keserse, o da aynı
biçimde kesilmelidir " der. Bunun gibi, ölen hayvanların iskeletlerini,
kemiklerini kırmadan, olduğu gibi, muhafaza etmek gerekir. Bu nedenle, yemekte
bıçak ve benzeri kesici aletler kullanılmaz. Etin elle yenilmesindeki temel
amaç budur. Kemikler kırılmasın.
Hayvana karşı gösterilen bu özen, zaman zaman hayvan cenaze
törenlerine de yol açar. Sibirya ayı mezarları ile doludur. Eskilerde, hayvan
ve insan cenaze törenleri ve gömülme usulleri arasında fark olmadığı bellidir.
Bugün bile Anadolu’daki Yörükler, Sürü başı denilen, koyun ve keçi sürülerinin
beyleri durumundaki hayvanlara, ölünce cenaze töreni düzenlerler. Onları beze
yani kefene sarar ve mezarlarının üzerine taş yığarlar. Ünlü atlara, daha büyük
bir özen gösterilir. Mezarları başına, adı ve hatta soy kütüğü yazılı olan
mezar taşı dikilir. Bunun gibi, İstanbul, Üsküdar’daki, Genç Osman’ın atının
mezarı evliyalık mertebesine ulaştırılmıştır. At evliyası, hasta hayvanları iyileştirir.
Göçebe toplumlarda bir yaşam birliği vardır. İnsan, hayvan,
bitki, su, dağ yani çevremizdeki her şey birlikte yaşarlar ve olayları birlikte
göğüslerler. Yaşam kolektiftir. Sorumluluk da kolektiftir. Birlikte olan her
şey, olayların sorumluluğuna da birlikte katılır. Cengiz hanın kızı, Nişabur
kenti önünde öldürülen kocasının öcünü almak için ordunun komutasını ele alıp,
kente girer. Köpek ve kediler dâhil tüm canlıları öldürtür. Hayvan ve insan
dünyası iç içedir.
Yaşamın ve sorumluluğun kolektifliği görüşü, daha sonraları,
Şaman dininden türeyen bazı dinlerde, törenlerle ve özellikle kurban töreni ile
birleşince, enteresan davranış ve inançlara yol açmıştır. Veda dini, kurbanı ve
kurban törenini yaratıcı bir güç haline getirmiştir. Eski Çin inanışında ise,
törenlerin yapılış biçimi ve hassasiyeti, evrenin davranışlarını doğrudan
etkileyen faktör haline gelmiştir.
Post A Comment
Hiç yorum yok :