Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Hammurabi Kanunları
Hammurabi Kanunları
Amorit Sülalesinin kurucusu olan
Hammurabi’nin kanunlarını herkes bilir. Bu kanunların Ur-Nammu kanunlarından üç
yüz yıl sonra yapılmıştır.
Hamurrabi, 42 yıl gibi oldukça
uzun bir süre hükümdar olmuştur. Onun zamanında Sümerlilerle Samiler iyice
kaynaşmışlardır. Kaynaşan ve Babil’li olmaktan gurur duyan bu halkın, dünya
harikası bir şehirde yaşamanın keyfini de sürdüklerini günümüze ulaşan edebi
eserlerden anlıyoruz. Arkeolojik kazılarda gün ışığına çıkanlar ve Herodot’un
anlattıkları Babil’in görkemini doğruluyor. M.Ö 1750 - M.Ö 562 Babil’in altın
çağlarıdır. Görkemli Zigurratı ve tapınakları, köprüleri, Şammuramat’ın asma
bahçeleri (bu bir Babil soyadıdır ve dünyanın kralı, Asur Kralı Şamsi-Abad’ın
sarayından bir kadın anlamındadır. Bizler Grekçesi olan Semiramis’e alışkınız)
ve geceleri neft yağı yakılarak aydınlatılan şehir, şehri saran ve üzerinde
dört atın çektiği bir arabanın sürülebildiği 90 km.lik devasa sur duvarıyla
Babil gerçekten çok görkemliydi.
Hatırlanacağı üzere Hammurabi
(M.Ö 1810? – M.Ö 1750) Babil’in altıncı kralı idi. Babil’in siyasal, ekonomik,
sosyal yaşamını düzene koyması ve ülkesini bir kanun ülkesi yapmasıyla ünlendi.
Memleketin her yanına memurlar atayarak merkezi idareyi de güçlendirdi. Bu
arada Sümer ve Akkad topraklarını fethederek Mezopotamya’da Babil hegemonyasını
kurdu. Hammurabi (genelde gelenek, örf ve adetlere dayalı) sözlü yasaları bir
sistem içinde ele alarak taş sütunlara yazdırdı. İlk sütun muhtemelen Babil’in
koruyucu tanrısı Marduk adına yapılmış olan Esagila Tapınağına dikilmişti.
Bu kanunnamenin birden fazla
orijinal kopyasının bulunduğunu söylemeliyiz. Örneğin İstanbul Arkeoloji
müzesi, British Müzeum ve Louvre. İlk okunan ve çok iyi durumdaki Louvre
müzesindeki 2 m. boyunda silindirik bir taş sütun üstüne yazılmış olan
kanunname Akkad dilindedir ve Çivi yazısı ile yazılmıştır. Yazıldığında
numaralandırılmayan kanunname deşifre edilirken ” eğer ki “ diye başlayan
bölümleri (ayrılarak) numaralandırılmış ve 282 madde olarak düzenlenmiştir. Bu
kanunnamenin görkemli bir giriş bölümü vardır. Bu Giriş bölümünde Tanrıların
sevgilisi Hammurabi’nin üstün özellikleri, Tanrıların desteği ile ulaştığı başarıları
ve halkı için yaptıkları sayılır, bu arada kendisinin ve kanunlarının
kutsallığı da söylenmiş olur. Adalet ve bilgelik dağıtan yüce Tanrı Şamas (
Şamas güneş tanrısıdır ve babası Sin-ay; ikiz kardeşi İştar-dünya’dır) ile
Babil’in baş tanrısı olan Marduk zikredilir. Çünkü Marduk Büyük Efendidir.
Cennetin ve dünyanın efendisidir. Gücü sonsuzdur. Fakirlere yardım eder,
kötüleri cezalandırır. Mukaddimenin son bölümünü alıntılıyoruz
Krallığın ebedi tohumu,
Kuvvetli kral
Babil’in güneşi
Sümer ve Akkad memleketleri
üzerine nur çıkartan (yağdıran), Dört cihana boyun eğdiren kral
Iştar’ın sevgilisiyim ben,
Marduk, insanları doğru idare
etmek (ve)
Memleketin idaresini ele almakla
beni görevlendirdiği zaman, Memleketin diline doğruluk ve adalet koydum.
(Halkı memnun ettim) Halkın
bedenini hoş ettim İşte o zaman:
Diye başlar Hammurabi kanunları.
Hammurabi kanunları sayesinde
toplumun sosyal yapısı hakkında bilgi sahibi de olabiliyoruz.
Bilindiği gibi o çağlarda, saray
erkânı ve rahipler dışında kalan halk bir sınıflaşma içinde idi. (Bu sınıflaşma
şekli uzun çağlar boyunca birçok toplumda egemen olmuştur). Başta belirttiğimiz
saray erkânı ve rahipler dışında kalan insanlar için Babil’de başlıca üç sınıf
vardı.
Kişisel mülkiyet hakkı (gayrı
menkul de dâhil) ve ticaret hakkına sahip olan “ hür insanlar “.
Gayrı menkul sahibi olamasalar da
para ve kıymetli eşya v.s sahibi olabilen “ bağımlılar “. Bunlar gerçekte
azatlı kölelerin oluşturduğu bir sınıf idiler.
Köle doğanlar ve savaş esirleri
veya borçları nedeniyle köleleştirilmiş olanlar. Yani kısaca “ köleler “.
Hammurabi kanunları baştan aşağı
okunduğunda aynı suça takdir edilen cezanın suçlunun sınıfına göre değiştiği
hemen görülür. Özgür bir insanın para cezası ile kurtulabildiği bir suçta,
suçlu köle ise “ göze göz, dişe diş “ şeklinde özetlenebilen katı bir kısas
uygulanır.
Bu Kanunnamede; Kişisel mülkiyet,
ticaret, miras, aile hukukuna dair hükümler (boşanma,
çeyiz başlık parası miras v.b),
sosyal hayata dair düzenlemeler oldukça önemli bir yer tutar.
Büyücülük, hırsızlık, yalancı
şahitlik, iftira, insanlara fiziksel zarar verme adam öldürme v.b gibi suçları
işleyenlere öngörülen cezalar yer alır.
Cezalar, suçlunun özgür insan
veya azatlı veya köle olmasına göre farklı yaptırımlar içerse de kısasa kısas
ağır basmaktadır. Kanunnamede sık sık Tanrıların adaletine de başvuruluyordu.
Nehre (Fırat) atılan zanlı, nehir
onu yutmazsa suçsuzluğu kanıtlanmış sayılıyordu. Dikkat çekici olanları
özetleyelim.
Öncelikle kanun uygulayıcıların
dikkatli ve adil karar vermelerine dair bir özen fark edilir. “ Hatalı hüküm
veren ve bunu da yazdıran ve daha sonra hatası ortaya çıkan yargıç yargıçlıktan
men edildiği gibi hatalı olarak verdiği para cezalarını on iki misliyle geri
öder ve asla bir daha yargıçlık yapamazdı. “
“ Hırsızlık ve iftira ölüme kadar
varabilen ağır bir şekilde cezalandırılıyordu. Örneğin tapınak veya mahkemenin
malını çalmak, bir eve delik açıp hırsızlık için girmek, hırsızlıkta suçüstü
yakalanmak, birinin kölesini bilerek çalmak veya alıkoymak, çocuk çalmak ölümle
cezalandırılıyordu.’’
Ölüm cezaları genelde “ ölür veya
öldürülür ” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak üç maddede öldürme şekli özellikle
tanımlanmıştır. Kundakçılık, yangın esnasında hırsızlıkta suçüstü hali ve anne
ile ensest ilişkide suçlular ateşe atılıyordu. Taammüden (planlı kasıt hali)
cinayette ise suçlular kazığa oturtuluyordu. Bunlar feci ölüm şekilleri olarak
bilinirler ve bağlanarak suya atmak, yakmak, kazığa oturtmak gibi Kanunnamede
özellikle belirtilmişlerdir. Kazığa oturtarak infaz, taammüden cinayet
diyebileceğimiz (madde 153 ) bir durumda uygulanıyordu. Alıntılıyoruz “ ...bir
kadın başka bir adamın hesabına her ikisinin eşlerini öldürürse suça katılan
çiftlerin her ikisi de kazığa oturtulur… “
Yangın çıktığında herkes söndürme
faaliyetlerine katılırdı. Bu esnada hırsızlık yapan yakalanırsa “ aynı ateşe
atılırdı “. Ateşte yakmak cezası çok ağır bir cezaydı ve karşımıza bu suç bir
de ensest suçlarında çıkardı.
Madde 157 ana-oğul ensest
ilişkisine dairdir. Alıntılıyoruz: “ Her hangi bir kişi annesi ile ensest
ilişki suçunu işlerse her ikisi de yakılır. “
Madde 154 baba-kız ensest
ilişkisine dairdir ama aynı sertlikle cezalandırılmaz. Alıntılıyoruz: “ Bir
adam kendi kızıyla ensest ilişkiye girerse bulunduğu yerden sürülür. “
Babil’in sınıflı bir toplum
olduğunu ve cezaların bu bakış kaçırılmadan takdir edildiğini söylemiştik. İki
madde bu durumu açıkça gözler önüne seriyor. “ azat edilmiş bir adam azat
edilmiş bir adama vurursa on şekel öder “ “ …bir köle azat edilmiş bir adama
vurursa kulağı kesilir. “
Babil’de de çocuk düşürmeye sebep
olmak ağır bir suçtu. “ bir adam doğuştan özgür bir kadının çocuğunun düşmesine
sebep olursa bu kayıp için on şekel öder… ama kadın bu nedenle ölürse öldüren
kişinin kızı öldürülür…”. Kanunname bir yandan kadınların malını, mülkünü
korumaya çalışırken, bir yandan da kadın erkeğin suçunu üstlenmek zorunda
bırakılıyordu. Bu bir Mezopotamya (Ortadoğu) geleneğiydi.
Evliliğin sözleşmeye dayalı
olduğu, sözleşmesi olmayan kadının zevce olmadığını görmekteyiz. Kanunlardan
tek eşliliğin esas olduğunu ama çocuğu olmayanların diğer bir eş alabildiğini,
mirasın bazı haller dışında mirasçılar arasında eşit dağıtıldığını, kadının
çeyizi ve kişisel gelirlerini dilediğince kullanabildiğini öğreniyoruz. Ev
yapanlar (mimarlar) verdikleri maddi zararları tazmin ederlerdi. Hastasına
zarar veren hekimler de cezadan kurtulamıyorlardı. Babasına vuran çocuğun eli
bilekten kesilirdi. Köle efendisine başkaldırıp benim efendim değilsin derse
efendisi kulağını kesebilirdi. Göze göz, can’a can gibi Hammurabi kanunlarının
kısas hükümleri, Tevrat’ın ve Kuran’ın ilham aldığı kaynak olarak
düşünülmektedir.
Haksız yere hür adamı esir ilan
etme, kaçak köleyi saklama, köle çalma, hapisteki bir hür doğmuşun (hapisteyken
köle bile olsa) kötü muamele sonucu ölümüne sebep olma, çocuk çalma, Tapınak
malını çalma, suçüstü yakalanılan bazı hırsızlıklar, ispatlanamayan büyük
iftiralar, devlete karşı komplo kurma ve komploculara yataklık, gebe kadının
çocuğunu düşürtmek, çocuğun ve/ veya annenin ölümüne sebep olmak, bir kadına
evinde uyurken tecavüz etmek, askerden kaçma, kralın sefer çağrısına katılmama,
kaptanın malına zarar verme(tekneyi batırmak olmalı), yaptığı ev vb gibi
yapıların yıkılması ile içindekilerin ölümüne sebep olmak ölümle cezalandırılan
suçlardı. Ölüm cezası verilecek suçlarda suçüstü, tanıklar, yazılı belgeler
istendiğine göre, ölüm cezaları oldu bitti şeklinde uygulanmıyor, yeterince
araştırılıyor olmalıdır.
6 maddede yer alan “ suya atma ”
cezası genelde dolaylı bir ölüm cezasıdır. Ancak Kanun koyucu ve kanunun
uygulayıcıları Tanrıların takdirine başvurmaktadırlar. Ticarette dolandırma,
zina sayılabilecek ve evi terk, evine bakmama gibi suçlar bu kapsamda
cezalandırılabilmektedir. İnfazda nispeten ağır olan suçlarda eller bağlanarak
suya atılıyordu.
Meşhur kısasa kısas olarak
hafızalarımıza işlenen maddeler ise sadece 3 tanedir (madde 196 – 197 – 200).
Bu maddelerde “ bir adam bir adamın gözünü çıkarırsa onun da gözü çıkarılır ”,
“ bir kimse bir başkasının kemiğini kırarsa onun da kemiği kırılır ”, “ bir
adam kendisi ile eşit olan bir adamın dişini kırarsa onun da dişi kırılır “.
Ama zarar gören kişi köle ise bu kısasa kısas kuralı yürümez. Azat edilmiş
adamın dişi için para cezası ödenir. Gözü çıkan köle ise veya kemiği kırılan
azatlı ise ceza yine para cezası şeklindedir. Efsane haline gelen kısasa kısas
maddelerinde durum budur. Ancak halen coğrafyamızda geçerli olan bu kısasa
kısas mantığı Musa’nın Tevrat’ında çok geniş bir uygulama bulmuştur. Arap
toplulukların da bu kanun mantığını hiç dışlamadığı ve benimsediğini
söylemeliyiz. Kısasa kısasta da kaynak bu kanunlar olarak gösterilmektedir.
Yüzeysel bir bakışla kısas gibi
görünen ama daha ziyade suçu teşhir ve caydırıcılık öğesi taşıyan bir diğer
uygulama da organ kesme, saç kesme ve/veya alna “ çizik ” atarak bir nevi
damgalamadır. Bu maddelerin de sayısı 6 civarındadır.
Örneğin bir maddede (127), bir
adam Rahibelere (ki onlar Tanrının kız kardeşleridir) iftira atar ve
ispatlayamazsa alnı işaretlenir (belki saçı da kesilir).
Hastasının ameliyatında derin
yarık açarak öldüren veya bıçakla tümörü açıp kör eden hekimin ve kölelik
işaretini silen berberin elleri kesilir. Babasına el kaldıran çocuk ta
ellerinin (balta ile kesileceği özellikle belirtilmiş) kesilmesi ile oldukça sert
bir biçimde cezalandırılır. Anne ve babayı inkâr eden çocuğun dili kesilir. Evi
sebepsiz ve izinsiz terk eden çocuğun gözleri çıkarılır. Köle efendisini inkâr
ederse kulağı kesilir. Bir azatlı diğerine vurursa yine kulağından olur.
Sütanne kasıtlı olarak çocuğu
emzirmez anne babanın onayı olmaksızın başka bir çocuk daha alır emzirir yani
çocuk onun elinde ölürse anne baba sütanneyi suçlayabilir. Suçu sabit görülürse
memeleri kesilir. Günümüz coğrafyasında da hala geçerli olan başlık parası
kavramına da bu kanunnamede rastlanır.
Post A Comment
Hiç yorum yok :