Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Babil nasıl bir yerdi?
Babil nasıl bir yerdi?
Babil Kulesi |
Akkadça bab-ilu Tanrının kapısı
demektir. Sümercede Kadingirra aynı anlamdadır. Zamanımıza ulaşan en önemli
bilgi kaynağı Herodot ve Strabon’un yazdıkları ile arkeolojik kazıların
bulgularıdır. Kent Dicle ve Fırat’ın birbirlerine en fazla yaklaştıkları yerdedir.
Sardis’ten Susa’ya giden ünlü kral yolu daha sonraki yıllarda buradan
geçecektir. Babil şimdiki Bağdat’ın 90 km. güneyine düşmektedir. Mezopotamya
kentleri içinde en güzeli, en görkemlisi ve en iyi korunanıdır. Surları daha
önce de söylediğimiz gibi son derece sağlam ve devasa boyutlardadır. Strabon’a
göre “ görünümü bile caydırıcıdır “. Herodot evlerin üç dört katlı olduğunu
söylese de kazılar Hammurabi zamanında evlerin genelde tek katlı olduğunu
göstermektedir. Zamanla çok katlı evlere geçildiğini düşünebiliriz. Babil
deyince dinsel mimarinin en önemli unsuru olan tapınaklardan ve ziguratlardan
mutlaka söz edilmelidir. Şehirde irili ufaklı onlarca ve kimine göre yüzlerce
tapınak vardı.
Babilliler şehirleri ile
övünürlerdi. Büyük bir metropol olan Babil’in ortasından Fırat geçiyordu.
Fırat’ın şehri nerede ise ikiye böldüğünü arkeolojik şehir planlarına bakarak
kolayca anlayabiliyoruz. Fırat’ın şehre girdiği ve çıktığı yerlerde, şehre
gizlice girmeye çalışan düşmanları şaşırtmak için Kraliçe Nitoris tarafından
yapıldığı varsayılan su labirentleri olduğunu, Sarayların sağlam iç surlarla
korunduğunu Heredot’tan öğreniyoruz. Yine ünlü Babil kulesine ait bilgilerin
önemli bir kısmını bize Heredot vermektedir. Herodot, M.Ö 450 tarihinde yani
Nabukadnezar’ın ölümünden sadece 150 yıl sonra Babil’e gitmişti. Yazarın çok
etkilendiği bu görkemli şehrin tasvirinde abartmalar yapmış olabileceği
düşünülse de, yapılabilmiş arkeolojik kazılar, bazı tabletlerin çözümlenmesi,
Herodot’u genellikle teyit etmektedir.
Uzaktan Babil’e doğru ilerleyen
bir yolcunun ilk göreceği şey kalınlıkları 15 m. yi bulan çift sıralı devasa
surlar ve ünlü Babil kulesidir. Babil kulesi veya ziguratın güneyinde, Babil’in
koruyucu tanrısı Marduk’a adanmış görkemli ve dev bir tapınak daha vardı. Şehri
kuşatan surları geçmek isteyen bir kişinin şüphesiz kullanabileceği birçok kapı
vardı. Ama bunların içinde en ünlüsü Marduk Tapınağına giden “ Tören Yolunun “
başlangıcı olan İştar tapınağıydı. İştar Kapısı ile Marduk Tapınağı arasındaki
kutsal yolun iki tarafında yükselen duvarlarda yolu bekleyen 60 şardan 120
aslanın figürü bulunuyordu. İştar kapısının aslı Berlin, Pergamon Müzesindedir.
Bu kapı 12 m yüksekliğindedir. Kapının yapımında kullanılan boya hala nasıl
yapıldığı bilinmeyen mavi ağılıklı sarı sırlı tuğlalardandır ve üzerinde
Marduk’un simgesi olan ejder ve boğa kabartmaları bulunmaktadır.
Antik Babil şehrin merkezinde
tapınaklara ayrılmış kutsal bir alan vardı. Esagila veya Esagil adıyla da
anılan Marduk’un meşhur tapınağı ile Etemenaki de denilen Babil kulesi yahut ta
zigurat buradaydı. Bu kompleks son şeklini Nabukadnezar zamanında (M.Ö. 604 –
562) almıştır. Burası Dünyanın ve Öbür dünyanın (cennetin) merkezi kabul
edilirdi. Yaradılış mitinin yer aldığı Enuma Elişt’e Babil dünyanın mesnetidir.
Babil dünyanın merkezidir, temelidir.
Efsaneye göre Marduk Babil’deki
zigurat ve tapınak kompleksini bizzat kendi talimatları doğrultusunda yani “
Yukarı Göklerin Yazısına “ göre yaptırmıştır.
Deşifre edene izafeten Smith
tableti denilen tablete göre, Babil kulesi denilen ünlü zigurat 7 katlı idi.
Her bir basamak alan ve yükseklik olarak alttakinden küçüktü. İlk basamağı veya
ilk katı kenar uzunluğu 15 Gar (1 gar yaklaşık 6m dir.) olan tam bir kare idi.
Yüksekliği de Tanrının konutu olan son katı hariç yine 15 gar idi. Yani ünlü
Babil ziguratı, kütlesel olarak tam bir küp içinde yükseliyordu.
Plimpton 322 adı verilen ve dünya
matematikçilerinin üzerinde çok çalıştığı tablete göz atalım. Bu tablet M.Ö.
1900 - M.Ö. 1600 arasına tarihlenen eski Babil zamanına aittir. Bu tablet
tamamen matematik işlemlere aittir ve 60’lık sistemdedir. Günümüz matematikçilerin
üzerinde çok çalıştığı bu tablet şaşırtıcı bir biçimde Yunanlı
matematikçilerden çok evvel, antik Babil’de Pisagor teoremi adıyla anılan
matematik ilişkinin bilindiğini ortaya koymuştur. Bu tabletteki tabloların
trigonometrik tablolar olduğu ve açı hesaplarının düzgün bir şekilde yapılmasını
sağladığı anlaşılmıştır. Tabiî ki tüm hesaplar ve tablolar Babillilerin
kullandığı 60’lık sistemdedir.
Babil ziguratının her basamağının
değişik gözlem açılarına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin 2. basamakta,
Babil’in coğrafik enlemini (32,5 derece kuzey) göz önüne aldığımızda, 51 derece
olan gözlem açısı her basamakla 6 derece artmakta ve 7 basamak ufuktan 75
derece yükseğe uzanmış bir platform gibi iş görmektedir. Bu kutsal ziguratın
inanışlarının bir parçası olarak bir gözlemevinin özellikleri ile inşa
edildiğine ve Babillilerin bunu başaracak matematik bilgisine ve diğer
donanımlara sahip olduğuna da hiç kuşku yoktur. Matematikçiler ayrıca Ziguratın
köşelerinin dört ana yönü gösterdiğini de belirtmekteler.
Önce Sümerler, peşinden Akkad ve
Babilliler gökyüzünü bir çiçek bahcesi, ağaçlıklı bir yer gibi düşünmüşlerdir.
Babil kulesi veya ziguratı kerpiç
ve zift ile inşa edilmişti, dıştan sarmal olarak dolanan ve her katta
sahanlıkları olan bir merdivenle çıkılırdı. En tepede yer alan tapınak
bölümünde yine Herodot’un aktardığına göre ve muhtemelen Marduk’a adanmış bir
kutsal tapınak bölümü vardı. Burada altın bir masa ve çok şatafatlı süslenmiş
bir yatak bulunurdu. Hiçbir ölümlü gece burada kalamazdı. Bu hak sadece özel
bir şekilde seçilen genç kadınlara tanınmıştı. Tanrının geceleri buraya gelerek
dinlendiğine inanılırdı.
British Museum da bulunan bir
tablette de, Babil’i dünyanın merkezi kabul eden bir ifade vardır. Tintir =
Babylon, Tablet 1 adı verilen tablette Babil’i öven onu niteliklerini sayan
ifadelerle Babil göklere çıkarılmaktadır. Bu tablette tam 51 adet nitelik
sayılmaktadır. Bunlardan 49 tanesi okunabilmiştir 2 tanesi kırıktır. Bir kaçını
alıntılarsak:
Tanrıların Kralının şehri Babil
Halkına barışı getiren Babil
Marduk’un evi Babil
Anu, Enlil ve Ea’nın evi Babil
Tanrıların ve İnsanın yaratıcısı
Babil
Kanunları yapan Babil
Kutsal şehir Babil
Adaletin şehri Babil
Düşmanını kahreden Babil
Bilgelik şehri Babil
Işığın şehri Babil
Görkemi daim Babil
Göklerin kudreti Babil
Gökle aşağı dünya arasında bağ
kuran Babil…
Tintir Tabletinde bu sürer gider.
Kutsal şeylere çok sayıda niteleme yapmak geleneğinin güzel bir örneği
sergilenir.
Babil kulesinin veya ziguratının
efsaneleşmesi Tevrat sayesinde olmuştur. Tevrat’ta gerek kulenin yapılması
gerekse işlevi hakkında birçok şey anlatılır. Tevrat’a göre Büyük Tufandan
insanlığı kurtaran Nuh’un oğulları (Sam, Ham ve Yafet) ve torunları yani Nuh’un
ahfadı bu kulenin yapımcılarıdır. Başı göklere çıkan bir kulenin yapılma
isteğini anlamak kolaydır. Tanrı katına yükselme arzusu ve bunun yükseğe
çıkarak elde edilmek istenmesi ki birçok kültürde önümüze çıkar. “...taş yerine
kerpiçleri... harç yerine ziftleri vardı…” der Tevrat.
Heredot ise bize ziftin kaynağı
açıklamaktadır. “ Babil’den 8 gün uzaklıktaki İs şehrinden akan bir ırmak
vardır. Bu su Fırat’a karışır ve çok büyük miktarda (bitüm) zift taşır. Babil
surlarının ve kulesinin yapımında işte bu katran kullanılmıştır… “
Geceleri Babil gayet iyi
aydınlatılırdı. Aydınlatmada Mezopotamya’da yer yer toprağın üstüne çıkan veya
orada burada biriken neft yağı kullanılırdı.
Babil kulesi için pek çok
efsaneden biri de şöyledir. Efsaneye göre Tanrı kulenin yükselmesinden rahatsız
olur ve kulenin inşaatında çalışanları birbirinin dillerini anlayamaz hale
getirir. Dünyada eskiden insanların tek bir dili varken, şimdi neden bu kadar
çok dil konuşulduğunun öyküsü de Babil kulesinin yapımına bağlanmış olur.
Ve Yahova “ Bunların hepsi tek
kavim “ dedi. Konuştukları dil aynı, giriştikleri işi yarıda bırakacağa
benzemiyorlar. Gelin de toprağa inelim, dillerini ayıralım şunların;
birbirlerini anlayamaz olsunlar. ” Ve âdemoğulları kentlerini kuramadılar.
Oraya Babil dendi. Babil, yani karışıklık.” (Tevrat; Bu Ülke, 75.)
Akkadçadaki adı daha önce
gördüğümüz gibi Babilu dur. Bâb-ilû Tanrının Kapısı demektir. Bu ad Batıda
Babylon, Eski Ahidde Babel, Kuranda da Babil olarak geçer. Burada hemen belirtmeliyiz
ki bu sözcüğün Eski Ahit’te kargaşa karışıklık olarak nitelenmesi olsa ya
tercüme hatasıdır ya da efsaneye uydurma işgüzarlığıdır.
Herodot’a inanmak gerekirse Büyük
İskender Babil’i yeniden kurmak için molozları temizletti ama ömrü vefa etmedi.
Yine Herodot’un naklettiği oldukça ilginç bir evlenme âdetinden söz etmeliyiz.
“ Yılın bir günü evlenme yaşındaki kızlar şehrin belli bir bölgesinde toplanır,
adeta açık arttırma ile evlenecek erkeklere takdim edilirdi. En güzeller iyi
paralarla hemen eş bulurdu. Bu satışlar tamamen dayanışma amaçlı satışlardı.
Çünkü elde edilen gelir şahısların olmazdı. Kolayca koca bulamayan çirkin
ve/veya sakat kızların evlenebilmesi için kullanılırdı. Bu kızlarla evlenmeyi
kabul eden erkeklere makul bir şekilde paylaştırılır böylece tüm kızlar
evlendirilmiş olurdu”. Herodot’a inanmak gerekirse güzeller kendileri kadar
şanslı olmayan hemcinslerine bu adet ile yardımcı oluyorlardı. Aktarmaya
çalıştığımız bu Babil geleneğine başka bir yerde rastlamadık. Başlık parası ve
drahoma karışımı bir usulün zarafet içinde yapıldığını sanmaktayız. Çünkü
Heredot “ Ne yazık ki bu güzel gelenek artık yok “ diye hayıflanıyordu.
Ziguratlar Kadim Mezopotamya
uygarlıklarının sembolleridir. Ziguratlar gök-yer ve inanç arasında köklü
bağlar oluşturan inanç yapılarıdır. Birçok kent devlet inde kentin koruyucu
tanrısı adına yapılan tapınak zigurat şeklinde idi. Gittikçe daralan bu üst üste
inşa edilmiş platformların en tepesi tanrının tapınağı ile taçlanırdı. Zigurat
diye niteleyebileceğimiz ilk yapı Kitabı Mukaddes’te Erek günümüzde Varka
adıyla anılan Uruk şehrindeki 4.000 yıllık Varka tapınağıdır. 3’cü Ur
hanedanlığının ilk Kralı Ur-Nammu, Ur, Eridu, Uruk ve Nippur’da ziguratlar
yaptırmıştı. Uruk şehrindeki bu dağ görünümündeki ziguratın tepesindeki
tapınakta tüm tanrıların babası göklerin kralı Anu’ya dualar edilirdi.
Uruk’taki Anu’ya tapınma göklerin sahibi Ana Tanrıça İnanna’ya tapınma ile sıkı
sıkıya bağlıydı
Nippur’da hava tanrısı Enlil ile
eşi Ninlil’e tapılırdı. Ur şehri ise tümüyle Ay Tanrısı Sin’in di ve bu
tanrının kutsal sayısı 30 du... Şippar ve Larsa güneş tanrısı Şamaş’ındı… Eridu
sular tanrısı Ea ya tapmayı seçmişti ki onun oğlu Marduk Babil’in tanrısı olmuş
ve giderek güçlenerek tanrıların efendisi olmuştu. Borsipa şehrini tanrısı Nebo
yazarların, yazıcıların tanrısıydı. Tanrıların aldığı kararları onlara
ulaştırır, kâtipleri korur bilgelik yolunda olanları severdi.
Mezopotamya şehir devletleri
kadim uygarlıkların çarpıcı kalıntıları ile doludur. Ne yazık ki zaten geç
keşfedilmiş olan bu uygarlık merkezleri tamamen gün ışığına çıkarılamadan
Amerikanın Irak’ı işgali ile bir kere daha perişan olmuşlardır. Müzelerin yağmalanmasını
takiben de eldeki kıymetli ve eşsiz buluntular yok oldular. Bu eserler, onlarca
yıl ortalıkta görünemeyecek, sonraları bir yerde, hasarlı ve dağınık karşımıza
çıkacaklardır.
Hatırlanacağı üzere, Sümerliler
sonradan zigurat ve kulelere dönüşecek olan teraslar şeklindeki tapınakları
yaptılar. Gökle yer arasında yükselen inanç yapıları oluşturdular. Kadim Sümer
uygarlığına ait kazılar ancak geçen yüzyılda başlamıştır. Önceleri müze yağması
amacıyla yapılan kazılar ancak İngiliz arkeolog Sir Leonard Woolley’in
1922–1932 yılları arasında yaptığı sistematik ve arkeolojik normlarla yaptığı
kazılarla insanlık kültür mirasına mal olabilmiştir. Wooley ve ekibi 34 e yakın
Ur yerleşiminde 1800 den fazla mezar bulmuşlarsa da çoğu kayda değer bilgi
bulgu verememiştir. Ama Ur- Kral Mezarları olarak literatüre geçen ve eşsiz
buluntuları olan 16 adet özel mezar, yapılış tekniği, ölülerin gömülme
biçimleri, ölüye refakat eden kurbanlar ve eşyalar, duvar süslemeleri
bakımından gerçekten son derecede özgündür. Bu mezarların kral ve kraliçe
soyundan gelenlere ait olması nedeniyle Ur-Kral mezarları olarak anılırlar. Bu
mezarlar Ur kentinde özel bir kutsal mekânda (Temenos Duvarı içinde) yer alır.
Mezar odaları genelde taş temeli
olan tuğla duvarlıdır. Üst kısımları kubbe biçimindedir. Bir veya iki salon
şeklinde bölümlendirilmişlerdir. Mezarların çoğunda insan ve hayvan
kurbanlarına ve birçok eşyaya rastlanmıştır. Çok çarpıcı olan üç mezardan söz
etmek istiyoruz.
Woolley’in (Privete Greaves den
atıfla PG ile başlayan numaralar vermiş) PG–1054 sicil numarası ile kaydettiği
Mes-Kalam-Dug’un mezarı. Mes-Kalam-Dug “ Kutsal veya Güzel Ülkenin Kahramanı “
diye tercüme edebileceğimiz bir anlam taşır. Mezar erken döneme aittir.
Mes-Kalam-Dug’un adını kral listelerinde bulamayan Wooley onu prens olarak
kaydetmiştir. Ama sonraları bir başka mezarda ondan “ lugal “ yani kral olarak
söz edildiği ve eşinin adının da kraliçe Ninbanda olarak geçtiği ortaya
çıkmıştır. Bu mezarda kralın kafatası ve altın miğferi çok iyi korunmuş
durumdadır. Bu mezarda hiç kurbana rastlanmamıştır.
PG 799 da bulunan Standart
Kutudan daha önce söz edilmişti. Bu kutu çok meşhurdur. 20 cm uzunluğunda olan
bu kutunun bir yüzünde savaşı bir yüzünde barışı anlatan çok güzel kabartmalar
vardır. Tahta kutunun üzeri bitümle kaplıdır. Sedef, deniz kabukları ve
lacivert taşından yapılmış savaş ve barış sahneleri çok iyi tasvir edilmiştir.
Post A Comment
Hiç yorum yok :