Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Hattiler
Hattiler
M.Ö. 2400 yılı civarında, Sümer
ve Mısır kaynaklarına dayanarak, Anadolu’da Hatti diye anılan bir halk ve onun
krallıkları olduğunu biliyoruz. Bu halk daha önce bahsettiğimiz, Anadolu’nun
yazı öncesi, Homo sapienlerine verilen bir ad mıdır, yoksa bir göç sonucu
Anadolu’ya gelmiş bir kavim midir bilmiyoruz. Bildiğimiz, Hattilerin Hattice
diyebileceğimiz bir dili konuştuğu ama yazıyı bilmedikleri ve şehir devletleri
kurduklarıdır. Kurdukları kent devletleri, Alacahöyük’te, Troya’da (Troia,
Truva) ve diğer o dönem Anadolu höyüklerinde gördüğümüz gibi, kasaba
büyüklüğünde ve etrafında köysel yerleşimler olan birimlerdir. Her birine birer
krallık denilebilinir. Ama bunları şimdiki ağalar veya kabile reisleri gibi
düşünmek daha doğru olur sanırız. Bu, sayıları pek çok olan ve birbirinden
siyasi olarak ayrılmış kasaba devletçikleri, birbirlerine, Hattice dili ile
ekonomik, sosyal ve dinsel bağlarla bağlıydılar. Bulunan kale ve askeri
garnizon kalıntılarından, kasaba devletlerinin askerleri ve muhtemel düşmanları
olduğunu biliyoruz.
Sosyal olarak oldukça
yeknesaktılar. Neredeyse tümüne yakınının eşit yurttaşlar olduğu
söylenebilinir. Tabii toplum sınıflara bölünmüştü, ama sınıflar arası
çelişkiler daha keskinleşmemişti ve servet farklılaşması, henüz belirleyici rol
oynayabilir durumda değildi. Toplumda en azından köylüler, asil ve rahipler,
tüccarlar, zanaatkârlar olduğunu söyleyebiliriz. Kölelik ya yoktu, ya da
dikkate alınacak ölçüde değildi. Köle kaynağını yaratan şartlar: Tefeciler,
servet farklılaşması ve savaşlar, daha köleliği geliştirebilecek seviyeye
gelmemişti. Angarya olmalıdır, sarayların ve askerlerin varlığı bunu
göstermektedir. Ancak angarya, Sümerlerde olduğu gibi, yıpratıcı, tüketici
mertebede değildir. Hem kasaba devletlerinin ufaklığı ve hem de Anadolu’nun
iklimi ve coğrafyası, angaryayı kabul edilebilir seviyelerde tutmaktadır. Belki
de yapılan eyleme angarya yerine imece demek daha doğru olabilir. Tüccarların
ve ticaretin varlığı, diğer medeniyetler ile kültür alış verişini de olanaklı
kılıyordu. Toplumlar arasında haberleşme ve kültür etkileşimi başlamış ve hatta
ilerlemişti. Anadolu’nun maden açısından zenginliği, çevre devletlerin
dikkatini buraya çekiyor, ticaret ve kültür alışverişini hızlandırıyordu.
Üretkenliğin simgesi olan Ana
Tanrıça kültü, tüm Anadolu’yu sarmıştı. Ancak Ana Tanrıça kültü Sümer dininin
etkisi ile ağır ağır, Sümer dinine paralel bir yapılaşmaya doğru gidiyordu.
Anadolu, yerleşenlere, neredeyse,
her imkânı sunuyordu: tahıl, sebze, meyve ağaçlar ve kereste, evcil hayvanlar,
av hayvanları, madenler ve neredeyse her şey. Anadolu’nun coğrafi yapısı, küçük
kasaba devletlerini birbirinden ayırıyor ve onları kendilerine yeterli birimler
haline getiriyordu. Böylece,
beslenme açısından içine dönük, hemen hemen kapalı bir ekonomi ve yaşam ortaya
çıkıyordu. Ticaret, temel madde zorunluluğundan değil ama süs eşyası ve farklı
teknoloji nedeniyle yapılıyordu. Anadolu’nun ihracat imkânı büyüktü, genelde
yapılan dış ticarette, yabancı tüccarlar takas yoluyla aldıkları mal ve
kıymetli madenlerle ülkelerine geri dönüyorlardı.
Böyle bir ortamda yaşayan
toplulukların savaşçı olmaları için önemli bir neden yoktu. Hatti uygarlığı,
barışçı bir uygarlıktı. Ekonomik ve sosyal bir lüks içinde yaşadıkları
söylenebilinir. Kasaba devletlerinde yaşayanların, kendilerine ve çevrelerine
duydukları güven duygusu daha yok olmamıştı. Her ne kadar, güven duygusu avcı
ve göçebe topluma nazaran gerilemiş olsa bile yine de çevrelerindeki
yerleşimlere nazaran oldukça ileri düzeydeydi. Güven ve dayanışma, kendine
yeten bu küçük ekonomik birimlerin sakin bir hayat sürmesine neden oluyordu.
Anadolu’nun kendi dinamikleri, değişimi doğuracak nitelikte değildi. Bir dış
etkenin Anadolu’yu ateşlemesi gerekiyordu.
Holocene anlatılırken
bahsedildiği gibi, M.Ö. 3000 yıllarında, tekrar bir iklim değişikliği oldu ve
dünya, minör buzul dönemi denen daha soğuk bir döneme girdi. Bu dönem miladi
sıfıra kadar sürmüştür. Soğuk ve kuru iklim, yaşana bilinir alanları azalttı ve
güneye doğru çekti. İtalya, Yunanistan ve Anadolu’nun üzerinde bulunduğu 40.
paralel çevresi iklim değişikliğinden negatif olarak en az etkilenen
kuşaklardı. Buna karşılık 50. paralelin kuzeyinde yaşam çok zorlaşmıştı.
Avrasya’da yaşayan avcı topluluklar, geçen son 2000 – 3000 yıl içinde çoğalmış
ve çeşitlenmişlerdi. Bunlar Hint – Avrupa dili konuşan veya Ariler (Aryen)
denen topluluklardı. Son 1000 yıl içinde dilleri çeşitlenerek iyice
dallanmıştı.
Avrasya’da yaşayan kabileler
hareketlendiler. Kuzeydekiler, nispeten güneyde olanlara, basınç uyguladı.
Onlar da daha güneye doğru çekildiler.
Şimdi Doğu Anadolu dediğimiz
bölgede, M.Ö. 3000 – 2000 yıllarına gittiğimizde, dağlarda ve ovalarda oluşan
iki farklı kültür görülüyordu. Doğu Anadolu dağları, tırmanması neredeyse
olanaksız dorukları, sık çalılarla örtülü yamaçları ile insanların hareket
yeteneklerini tamamen ortadan kaldıran aşılmaz birer engeldir. Doğu Anadolu
ovalarında, neredeyse Mezopotamya tarım kültürü seviyesinde, çok ilerlemiş bir
kültür vardı. Dağlarda ise, bu kültüre oranla epey geri kalmış bir kültür
seviyesi ile karşılaşıyoruz. Bu fark, o dönemde üretilen çanak, çömlek şekil ve
süslemelerinde kendini göstermektedir.
Yine bu arada, M.Ö. 2700 ile 2200
yılları arasında, kuzey Kafkasya’da bazı göçebe toplumların varlığı ve bunların
hareketlendikleri bilinmektedir.
Avrasya’da hareketlenen kabileler
ise güneye yaklaştıkça yerleşik toplumlarla ve tarım toplumları ile
karşılaşıyorlardı. Avcı yaşam zordu, yerleşik toplumların gıda bulmadaki
kolaylığı ve yaşam standartlarının yüksekliği, onlarla temasa geçmiş olan avcı
toplumlara cazip gelmeye başladı. Bu da, iklimin hareketlendirdiği topluluklara
katalizör etkisi yaptı. Ilıman iklime gidiş hacim kazandı.
Hint – Avrupa kökenli ama
birbirinden farklılaşmış dilleri konuşan avcı kabileler, kabile kabile, aile
aile önce Balkanlar, Trakya, Kafkasya ve Türkmenistan’a, daha sonra da Anadolu,
Yunanistan, İran platosu ve Pakistan’ın Pencap bölgesine girdiler. Öndekiler
ilerledikçe, arkadan gelenler onların yerlerini dolduruyordu. Bu hızlı bir
hareketlenme değildi, yavaş yavaş, avlana avlana yapılan, on yılda ancak birkaç
yüz kilometreyi bulan bir ilerlemeydi. Hareket, birbirini ite ite, sıkışıp
genişleyerek, dönüp dolaşarak yapılıyordu. Bu arada daha güneyde olan Hint –
Avrupa dil ailesinden değişik bir dil konuşan topluluklar da itilerek, yer
değiştirmek zorunda kaldılar.
Bu hareketlenme sonunda İon ve
Akalarla, onlara akraba kabileler Yunanistan’a, Hititler ve bazı Thrak
kabileleri Anadolu’ya, Medler ve Persler ile onlara benzer kabileler İran ve
Kuzey Hindistan’a geldiler. Benzer kabilelerin İtalya’ya girişi biraz daha
gecikerek oldu. Hint – Avrupalılarca itilen Hurriler ise kuzey Mezopotamya ve
Suriye’ye geldiler.
Ilıman kuşağa doğru bir hareketlenme
de güneyden oldu. Bazı Sami kabileleri kuzeye doğru ilerlediler. Örneğin
Asurlar kuzey Mezopotamya’ya girdiler. Ancak, Sami kökenli kabilelerin hareketi
Orta Doğu ile sınırlı kalmıştır.
Post A Comment
Hiç yorum yok :