Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Rüşvet
Rüşvet
Rüşvet, bundan 5000 yıl önce, ilk
Kent devletleri varken vardı. Din ve yerleşik toplum, sınıfları ve özel
mülkiyeti ortaya çıkarmıştı. Özel mülkiyet servet farklılaşmasına yol açmış, bu
da iktidar gücünü getirmişti. İktidarı ele geçirenler, daha fazla servet sahibi
oluyorlar ve servetleri arttıkça güçleri artıyordu. Diğer taraftan devletin,
devlet olarak yaşayabilmek için, yurttaşlarının katkısına ihtiyacı vardı.
Organize bir toplumda yaşama hakkı, kişisel mülk edinme ve bu mülkü koruyabil
me hakkı ve kişinin yaşamını tehlikelere karşı koruyabilmesi, ancak, devlete
vergi vermesi ve onu kuvvetlendirmesi ile mümkün oluyordu. Yurttaşın kuvvetli
bir devlete ihtiyacı vardı, kuvvetli bir devletin de yurttaş katkısına yani
vergiye ihtiyacı vardı. Ancak, devlet hâkim sınıfların tekelinde iken, devlet
geliri ve yönetici gelirleri birbirine karışıyordu. Tapınaklar, topladıkları
vergiyi bir taraftan devlet için kullanırken, bir taraftan da din adamlarının
kişisel gücü için kullanıyorlardı. Saray ise, zaten devlet demek olduğundan,
sarayın gücü ile devletin gücü iç içe girmişti. Verginin paylaşılmasından üst
yöneticiler yeterli payı alsalar bile daha aşağıdaki yöneticilerin yeterli pay
aldığı söylenemezdi. Devlet güçlü olduğu için, halkına yararlı şeyler yaptığı
için, vergiyi alma hakkını kendinde görüyordu. O zaman, bir işin yapımı için
gücüne ihtiyaç duyulanların ve kişisel istekleri yerine getirenlerin, kişisel
vergi alma hakkı yok mu idi. İşte buradan rüşvet çıktı.
Özel mülkiyet beraberinde “ özel
vergiyi “ de, beyinlerde bir hak haline çevirmişti. Nasıl, artık, bir kere
kurumsallaştıktan sonra, özel mülkiyet insanlığın vaz geçemediği bir varlık
haline dönüşmüşse, özel vergi yani rüşvet de öyle bir hak haline dönüştü.
Yalnız, burada, üretim biçiminin bir gereği olarak ortaya çıkan özel
mülkiyetle, bu mülkiyetin kazanılması için kolay bir yol olarak kullanılan
rüşveti aynı kefeye koymamak gerekir. Özel mülkiyet, insanlığın gelişmesinde,
kaçınılamaz bir merhaledir. Rüşvet ise, her işi başaran insan beyninin, toplum
aleyhine çalışan ama kişisel servete ulaşmakta kısa bir yol olan, buluşudur.
Nasıl, hayal gücü, Homo sapiensi Homo sapiens yapmışsa, rüşveti de servete
giden kısa bir yol olarak bulmuştur. Toplumun yozlaşması anlamına gelen rüşvet,
toplumu birbirine bağlayan bağları, güven duygusunu ve dayanışmayı yok
ettiğinden, insanlık aleyhine çalışan bir kurumdur. Mücadele edilmesi,
yeryüzünden silinmesi gereken bir kurumdur. Ama bu nasıl olacaktır.
Bundan 5000 yıl önce Sümer’de
rüşvet vardı. Tüm alınan önlemler, çıkarılan cezai kanunlar, hiçbir yaptırım,
rüşvetin günümüze kadar gelmesini ve bugün bile başımızın belası olmasını
önleyememiştir. Çünkü beynin ürünü olan rüşvetle, kaynağında, yani beynin
içinde mücadele edilmesi gerekir. Bunu yapacak olan da ahlaktır. Avcı toplumun
güvenli ve eşitlikçi ortamında, ahlaktan ve ahlaki değerlerin gereğinden ne
denli bahsedile bilinilir. Şaman dini, ahlaki kurallar üzerinde pek durmaz.
Yerleşik topluma geçildiğinde, din yeni şartlara uyum için şekil değiştirirken,
yani yeni dinler Şamanizm’den türerken, din içinde ahlaki öğretiler, doğal
olarak yeteri kadar yoktu. Ama yerleşik düzene geçen insan, sınıflanınca, özel
mülkiyet ve servet farklılaşması olunca, hemen peşinden rüşvet topluma girince,
din toplum ahengini korumada geri kaldı. Ahlaki kurallar, insanları doğru yola
getirecek ve onların birbirine zarar vermesini önleyecek kurallar hemen
konulamadı. Bu da rüşvetin önünde, boş bir alan bıraktı. Ahlak ile teçhiz
edilmiş olan beyin, rüşvetin tek ilacıdır. Ama rüşvetin ilk günlerinde, ahlaklı
olma bilgisi veya bir başka anlamda dinin ahlaki öğretisi, toplumlarda var
olmadığından, rüşvet aldı başını gitti. Ve bir virüs gibi, şekil ve yöntem
değiştirerek, o günden sonra hep var oldu. Dinler veya zamanla gelişen ahlak
kuralları, onu hep birkaç adım geriden takip edebildiler.
Biz şimdi bundan 4500 yıl önce
(M.Ö. 2500) Lagaş’ta yaşamış ve olaylara tanıklık etmiş bir tarihçinin kendi
sözleriyle anlattıklarını izleyelim: " Kayıkçıların denetçisi kayıkları
gasp ediyordu. Hayvanların denetçisi, büyük baş hayvanları alıyordu, küçükbaş
hayvanları alıyordu. Balıkçıların denetçisi balıkları gasp ediyordu. Lagaş'lı
bir yurttaş yünlü bir koyunu kırktırmak için saraya götürdüğü zaman, eğer yün
beyazsa beş şekel ödemek zorundaydı. Eğer bir adam karısından boşanırsa, işakku
beş şekel, vezir bir şekel alıyordu. Eğer bir kokucu bir yağ karışımı üretirse,
işakku beş şekel, vezir bir şekel, saray kâhyası bir şekel alıyordu. Ölüm bile
vergi ve yükümlülüklerden kurtuluş sağlamıyordu. Ölü mezarlığa götürüldüğünde,
bir grup memur ve asalak, aileden fazla miktarda arpa, ekmek, bira ve çeşitli
eşyalar sızdırıyorlardı… Lagaş kralı, Urukagina, İşakku olunca ne oldu?
Urukagina kayıkçıların denetleyicisini görevden aldı. Balıkçıların denetçisini
görevden aldı. Büyük baş ve küçükbaş hayvanların denetçisini görevden aldı.
Beyaz koyunları kırktırmak için ödeme yapılan gümüş tahsildarını görevden aldı.
Bir adam karısından boşandığında, ne işakku, ne vezir hiçbir şey alamayacaktı.
Kokucudan da bir şey alınamayacaktı. Gömmek için mezarlığa bir ölü götürüldüğü
zaman, memurlar ölünün mallarından öncekine göre daha azını, bazı durumlarda
yarısından da azını alacaklardı. Artık her yerde vergi tahsildarları
gezmiyordu. Lagaş yurttaşlarına özgürlük gelmişti. Artık, yoksul bir adamın
oğlu balık tutmuşsa, kimse balığı elinden alamayacaktı. Artık, memurlar,
bahçelere girip, ağaçları silkeleyip, meyveleri toplayıp, götürmeye cesaret
edemiyorlardı ".
Urukagina, Lagaş Tanrısı Ningirsu
ile dul ve yetimlerin güçlüler karşısında korunması için özel bir anlaşma
imzaladı. Sümer tarihinin, bundan sonraki olayları göstermektedir ki, kralın
Tanrı ile yaptığı sözleşme pek yürümemiştir. İçten çürüme, sürüp gitmiştir.
Bu zor ve umutsuz günlerde başa
geçen Urukagina, yaptığı kanunlarla, halkı bunaltan yöneticilere karşı toplumun
kimsesiz ve zayıf fertlerini olabildiğince korumaya çalışmıştır. Bu karanlık
günleri ve Urukagina’nın sağladığı özgürlük dolu günleri anlatan kadim tarihçi,
Urukagina sayesinde Sümer ülkesinde vergi memuru kalmadığını söyler.
Tarihin ilk yazılı kanunu (şimdilik)
M.Ö. 2375 yıllarında hüküm süren Sümerli Lagaş kralı Urukagina’ya aittir.
Urukagina’nın yasalarına ait yazılı bir metin henüz tespit edilememiş olsa da
zamanın tarihçisinin ve bazı kayıtlardan bu yasaların varlığı bilinmektedir.
Unutulmamalıdır ki dünyanın
birkaç koleksiyonunda binlerce antik Mezopotamya tableti hala okunmayı
beklerken kim bilir ne kadarı da toprağın altında çıkarılmayı bekliyor. İster
yasa ve kimi tarihçilere göre kanun niteliğindeki bir buyruğa dayanarak
yapılmış olan Urukagina reformları bir gerçektir. M.Ö. 3000’lerde yapılmış
özgürlükçü, güçsüzü koruyan niteliktedir.
Sosyal Devlet olmanın temel
nüvesinin taşımaktadır. Urukagina’dan sonra Gudean, Ur-nammu gibi bazı Sümer
krallarının da kanunlar yaptığını biliyoruz
A: Akalar, İonlar ve akraba
kabileler. Bu Hint-Avrupa dili konuşan avcı aileler Yunanistan’a girmeye
başlıyorlar.
H: Hititler, Luviler, Palar ve
akraba kabileler. Bu Yunanistan’a giren ailelerden farklı bir Hint-Avrupa dili
konuşan avcı aileler Anadolu’ya girmeye başlıyorlar.
S: Sami kabileleri. Sami avcı
aileleri Orta Doğu’ya doğru hareketleniyor. Akkadlar Sümerlerin içine ve yanına
yerleşiyorlar.
Post A Comment
Hiç yorum yok :