Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Mezopotamya’da ölüler diyarı
İnanna ölüler diyarına iner.
Orada, bir nevi ölerek, kalır. Dönüşü olmayan ülkenin bir kuralı vardır: buraya
gelen, yerine kalacak birini bulmadan asla oradan çıkamaz. İnanna, kendi yerine
gölgeler ülkesine gidecek birini aramak üzere yeryüzüne cinler eşliğinde çıkar.
Cinler İnanna’nın kaçmasını önleyecek, gerekirse onu zorla ölüler ülkesine geri
götüreceklerdir. Cin fikri ilk defa Sümerlerde ortaya çıkmış gibi
görünmektedir. Cinler, Tanrılara özellikle, sevimsiz işlerinde yardımcı olan,
insan dışı yaratıklardır. Sümerler cin ve canavar motiflerini çok fazla
işlemişlerdir. İnanna sonunda kocası Dumuzi’yi (Temmuz’u), yeraltına gölgeler
ülkesine yollayarak kendini kurtarır. Burada anlatılan tekrar diriliştir. Öbür
dünyadan bu dünyaya dönüş, ilk defa tema olarak Sümerlerce işlenmiştir. Bu
tema, özellikle tek Tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında, çok önemli bir yer
tutacaktır.
Sümer dininde her olayın
Tanrıların planına uygun cereyan ettiğini, yani kaderin varlığını belirtmiştik.
Ancak, bu kaderci din üzerinde, Şaman dininin etkisinin ortadan kalktığını
söylemek mümkün değildir. Sümer dininin, en geleneksel davranışları, din
adamları ve bazı kökten dincilerce harfiyen uygulanırken, halk Şamanist
kalıntılar nedeniyle daha az kadercidir. Diğer yandan aydın bir gurubun da,
insanın dinde belirtilenden daha değerli olduğunu düşündüğünü gösteren ipuçları
vardır. Bunun için, daha önce kısaca bahsedilen ilk lirik poeme, Gılgamış
destanına geri dönelim.
Gılgamış destanın en önemli
tarafının, insanın doğanın sırlarını araştırmaya çalışması ve bunun için
gerekince Tanrılara kafa tutması olduğunu söylemiştik. Gılgamış kendi yolunu
kendi çizmekteydi. Tanrılar isteseler bile ona engel olamamaktaydılar.
Tanrılar, Tufan yollayarak insan soyunu yok etmeye çalışmışlar, ama başaramamışlardı.
Tanrılar ve doğa, insana yenilebiliyor ve sırlarını insana kaptırabiliyordu.
Tanrılar, insana yardım etmiyor ve hatta güçlükler çıkarıyorlardı. İnsan bu
güçlükleri kendi alın teri, bilinçli çabasıyla yeniyordu. Bu destanda
tanımlanan insan inançla hareket eden bir varlık değildir. Gılgamış, bilgiyle
davrandıkça başarıya ulaşır.
Gılgamış inanmaz ama her şeyi
görür ve bilir. Bilmek ve anlamak onu insan yapan niteliklerdir. Ancak, tüm
çabasına rağmen Gılgamış, ölümsüzlüğe erişemez. Yapılan saptama ölümsüzlüğün
insan için olanaksız olduğudur.
Sümerlerde insanların kader
tabletleri vardı. İnsanlar bu kaderleri ile dünyaya geliyorlardı. Kader ezelden
ebede kutsal düzenin bir parçasıydı. Yaradan’ın disiplini idi. Kaderi
değiştirmek kimsenin elinde değildi ve buna yeltenmek düzeni bozardı. Bir Sümer
efsanesinde kader tabletlerini çalan Kuş adam Anzu’dan söz edilir. Göklerde
asılı bulunan bu tabletler çalınınca kadersiz kalan insanlar arasında büyük bir
kargaşa başlamıştır. Tüm insanlar bildikleri tüm dualarla Tanrılara
yakarmışlar, şükür ki kendilerini duyan ve yardım eden Tanrılar sayesinde kader
tabletleri Kuş Adam’dan alınarak yerlerine konulmuş böylece insanlık ve dünya
yeniden düzenine kavuşmuştur. İlerleyen zamanda kader tabletlerinin yerini alın
yazısına bıraktığını ve insanların bu yazıyla doğduğuna inanıldığını görüyoruz.
Sümer kenti Uruk’un
yakınlarındaki bir tepede yedi bilge yaşarmış, Onlar denizlerden gelen yarı
balık yarı insanlarmış. Süslü pulları ve giysileri, kıvır kıvır uzun sakalları
ve civarlarındaki mağaraların oyuklarında baykuşları varmış. Bu Bilgelik
Kuşları Yedi Bilgenin yardımcıları imiş… Yedi Bilge yıldızlara bakarak geleceği
haber verirlermiş. İnsanların kaderini, geleceğini göklerde araması da çok eski
zamanlara dayanır.
Sümer öykülerine bakıldığında,
çok net olmasa da, bir cins öbür dünya kavramı çerçevesinde cennet ve cehennem
tasarımlarına da rastlıyoruz.
" Toprak altında, Apsu
uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi
kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen
artık ebediyen hapis kalırdı. İştar (İnanna) bile oradan çıkamamıştı. Yalnız
Enkidu, özel bir izinle dünyaya geri dönüp cehennemi tasvir etti. Karanlık
ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli
olanların yatakları ve temiz suları vardı.”
Cehenneme Arallu derler ve
ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. Arallu denilen karanlıklar
ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun
kalmış talihsiz ruhlar bulunurdu. Bu talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde
dolanıp dururlardı.
Ruhların öbür dünyada da
dünyadaki gibi, yani yaşayanlar gibi beslendikleri kabul edilmektedir.
Alıntılayalım; “ Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler
vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında
bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında
bulunurlardı ... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri
yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin'in
(Ayın) ışığını saklamışlardı. “
Mezopotamyalılar ölenin ardından
yas da tutarlardı. Ölü törenlerinden bir örneği Gılgamış Destanından verelim.
Enkidu'nun ölümüne çok üzülen
Gılgamış: " Gözünü yokladı (Enkidu'nun); fakat Enkidu, artık gözünü açmadı.
Kalbini yokladı; kalbi atmadı ... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı.
Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Enkidu'nun yüzüne kapanıp
saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere
fırlattı. “
.
" Seni (Gılgamış Enkidu'nun
ölüsüne sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta
rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni
oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin
için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem
tutturacağım ve ben, senden sonra vücudumu murdar (mundar) hale getirip, senin
için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim."
" Beni dinleyin! Siz,
ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Enkidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı
kadınlar gibi acı sızı döküyorum." Ağıtçı kadınlar, o günlerden bu günlere
varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Ruhun ölümden sonra nereye
gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı şunları yazmaktadır.
“ Eceli ile öleni gördün mü?
Evet gördüm. Gece yatağında
uyuyup su, soğuk su içiyor.”
“ Harp meydanında öleni gördün
mü?
Evet gördüm. Ana ve babası onun
için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor.”
“ Cesedi kırda bırakılmış (mezara
gömülmeyen) olanı gördün mü? Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı âleminde.”
“ Ruhu ile kimsenin alakadar
olmadığını gördün mü?
Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen
tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır.”
Post A Comment
Hiç yorum yok :