Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Anadoluda karmaşa
Anadoluda karmaşa
Savaşlar Başlıyor
Çatalhöyük’te yaşayan insanlar,
bir nedenle M.Ö. 5700 – 5600 (B.Ö. 7700 – 7600) tarihinde, yaşadıkları şehri
bırakıp, Çarşamba çayının diğer yakasına, Batı Çatalhöyük’e geçmişlerdir. Aynı
tarihlerde, Çatalhöyük’ten 300 Km uzakta, Burdur’un 26 Km güneybatısında
bulunan Hacılar höyüğünde de ciddi bir tahribata rastlanmıştır. Bu dönemden
sonra Anadolu yeni bir evreye geçmiştir. Bu evre bakır – taş çağı olan
Kalkolitik çağdır.
Hem Çatalhöyük’te yaşayanların
M.Ö. 5700–5600 yıllarında batı Çatalhöyük’e geçmeleri ve hem de Hacılar
höyüğünde bu tarihlerde bir tahribata rastlanmış olmasının sebebi nedir? Belki,
yıkıcı bir göç dalgası olmuştu veya yıkıcı bir doğal afet Anadolu’yu temelinden
sarsmıştı. Biraz önce anlatılanların çağrıştırdığı gibi düşünelim. İklim
değişikliği, denizin yüzlerce kilometre içeri girmesi ve kıyılarda yaşayanları
içerlere doğru çekilmesi sonucunu doğurmuştu. Akdeniz’in suları akarak büyük
bir alanı deniz suları altında bırakmıştı. Yerinden edilen ve korkmuş insan
toplulukları göç etmek zorunda kalmışlardı. Zincirleme olarak göç, göçü
doğurmuştu. Böylece kargaşa Çatalhöyük’ü, Hacıları ve diğer kent ve kasabaları
sarmıştı.
Nedenini tam olarak bilmesek de
bunun, toplumların yaşamlarında önemli bir sıçramadan hemen önce
gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Şehir tasarımı değişmiştir, ev tasarımı
değişmiştir, ölülerin gömülme yeri değişmiştir, teknoloji taştan bakıra geçmeye
başlamıştır, üretimde artık avcılık tamamen bırakarak tarım üretimine
kayılmaktadır, resim temaları da değişmiştir. En az değişen dindir. Aynı ana
Tanrıça ve leoparları karşımıza çıkmaktadır.
Bu çok cepheli değişiklikler, bir
kültür karışımının olduğunu, insan topluluklarının bilgi ve deneyimlerini
birbirleri ile paylaşma imkânı bulduklarını akla getirmektedir. Y kromozomu analizlerinin
gösterdiği göçler de düşünülürse, olup bitenleri tahayyül etmek
kolaylaşmaktadır. Bu kargaşa otoriteyi de sarstığından serbest kalan insan
beyni, yeni atılımlar yapmıştır.
Bu sıralarda, dünyanın diğer
çeşitli yerlerinde ise bilebildiğimiz olaylar şöyleydi. M.Ö. 5500 ile 4000
yılları arasında Japonya’daki Jomonlar, gravürler, şekiller ve hayvan
benzetmeleri ile süslenmiş uzun evlerde yaşıyorlardı. M.Ö. 5400 ile 5000
tarihleri arasında, bilinen ilk şarap üretimi, İran’da Zagros dağlarındaki kasabalarda
yapılıyordu. Kullanılan şarap küpleri Hacı Firuz tepesinde bulunmuştur.
M.Ö. 5100 yıllarında, eski
Mısır’da, arduaz bir plakanın bir yüzüne savaş meydanı ve oradaki katliam,
diğer yüzüne dağılmış yaprakları çiğneyen antilop resmedilmiştir. Demek ki
artık dünya da savaşlar vardır ve resmedilecek kadar da tahripkârdı. M.Ö. 5000
yılına geldiğimizde ise, savaş, insan toplulukları için, alışkanlık haline
gelmişti. Bundan sonra, savaş, insan ırkının vazgeçilemez bir karakteri
sayılmaya başlanacaktır.
Bu tarihlerde büyük Sahra, hala,
gölleri, ormanları olan, yeşil ve suların aktığı bir yerdi. Dünyanın öbür
ucunda ise, Yeni Gine Papua’nın yüksek kısımlarında, Papua yerlileri, muz ve
gulgas yetiştiriyorlardı. Bu adalara, çok daha sonraki bir tarihte, Asyalı
akını olacaktır.
M.Ö. 5000 yılında dünya nüfusu 5
milyon civarındaydı. Yukarda adını saydığımız bazı yerleşimlerin, M.Ö. 5000
yılında ifade ettiği manayı anlamak için günümüzle bir mukayese yapmak
gerekecektir. 150 nüfuslu Jarmo 150.000 nüfuslu bir kent gibidir. Çatalhöyük
yerleşmesi ise nüfusu 10 milyonu bulun büyük bir metropoldür.
Dilbilimciler, ilk Japon
lehçelerinin bundan 5000 yıl önce Korece’den türediğine ve Japoncanın da tarih
içinde 4 evrede incelenebileceğini söylerler. Burada önemli olan uzun zaman
Japoncanın yalnızca konuşulan bir dil olduğu ve yazının Japonya’da
bulunmadığıdır.
Şimdi M.Ö. 4500 (B.Ö. 6500)
yılına gidiyoruz. M.Ö. 4500 yılına ait bir yerleşim Mersin’de bulunmuştur. Bir
höyüğün tepesinde, askeri bir kale vardır. Kalın çevre duvarları, kuleleri,
mazgal gibi düşünülmüş dar pencereleri, askerlerin yaşayacağı birimler, genel
bir oturma alanı, küçük bir avlu, avluda cephane niyetine sapan taşları,
komutan için daha geniş oturma alanı, boyalı kaplar vardır. Höyüğün
derinliklerine gidildikçe daha eski tarihli yerleşimlerin kalıntıları eskiye
doğru uzanmaktadır.
Dünya ve Anadolu savaşlar
dönemine girmişti. Artık şefler, krallar ve onların orduları vardı. Toplum en
azından, krallar ve dolayısı ile asil kral soyu, rahipler, askerler, köylüler
ve tüccarlar olarak sınıflara bölünmüştü. Askeri kalenin varlığı, askeri
örgütlenme ve silahlar, krallıklar arasında hâkimiyet savaşlarının başladığını
ve hatta toplum yaşamının en önemli derdi haline geldiğini göstermektedir.
Anadolu’da, artık, neredeyse günümüze kadar devam edecek olan, savaşlar
başlamıştır. Savaş ve askeri güç demek, devletin, yani bu durumda kralın
güçlenmesi demektir. Savaş demek, köylülerin vergileri arttı, angarya başladı
demektir. Savaş demek, yeni bir sınıf, köle sınıfı doğuyor demektir. Savaş
demek, iç sömürüye bir de dış sömürü eklendi demektir. Artık, Anadolu’nun
köylüsüne, toprağı işleyenine, dur durak kalmamıştır. Hem ürün yetiştirip,
diğer sınıfları besleyecektir ve hem de savaşıp ölecektir.
Bu dönemde Ukrayna’da ve Bozkırda
atın et ve sütünden faydalanabilmek için evcilleştirildiğini görüyoruz. Atın
evcilleştirilmesi Ukrayna’da başlamış gibidir. Atın binek hayvanı olarak
kullanılması ise daha ilerki tarihlerde gerçekleşecektir.
Bu sırada insan nüfusu dünyanın
her yerinde artıyordu. Malta adasında da hızlı bir nüfus artışı ve bunun
sonuçlarını görüyoruz. M.Ö. 4500 ile 4200 yılları arasında, Malta adasında
yaşayan insanlar, tarım yapabilmek için ormanları açıyorlardı. İnsan sayısı
arttıkça, insanların organizasyonu ve teknikleri geliştikçe, doğaya verdikleri
tahribat ta artıyordu. Malta’da ve diğer pek çok yerde, ormanlar tarım için
açılmaya başlamıştı. Amerika kıtasında, toplu hayvan katliamları yapılıyordu.
İnsanlar, doğayı tahrip etmeye başlamışlardı ve bu artarak sürecekti. Zaten, bu
tarihe kadar, Mamutlar, Neanderthal insanı, Homo erektus ve pek çok hayvan türü
yok olmuştu ve bu türlerin yok oluşu hızlanarak sürecekti. Hayvanlar, iklim
değişikliklerinde, kendilerini göç ederek koruyabiliyorlardı. Ama insana karşı
yapabilecekleri bir şey yoktu. Azaldıklarını anlayamıyor, bir bölgede son
hayvan kalana kadar yaşamaya devam ediyorlardı. M.Ö. 4500 ile 2000 yılları
arasında Çin’de filler hala mevcuttu. İnsanla rekabet edebilen tek canlı ise
kurtlardı.
M.Ö. 4431 yılında İngiltere’de
Portsmouth yakınlarındaki Hayling adasında gemi inşa ediliyordu. Gemilerde
yürüme yolu da vardı. Gemi yapımı dünyada daha erken zamanlarda başlamış
olmalıdır. Ancak en eski gemi yapım izlerine, şimdilik, Portmounth’da
rastlanmaktadır.
Aslında olan şudur. İnsanoğlunun
geldiği aşama, imkan bulduğu her durumda bir üst organizasyona geçmesini mümkün
kılacak seviyededir. Böylece Mezopotamya ve Anadolu’da tahıl uygarlıkları,
Çin’de pirinç uygarlığı kurulurken, başka yerlerde balıkçılığa dayanan veya at
yetiştiriciliğine dayanan yerleşik yapılanmalar kurulmaktadır. Hiçbir yerdeki
halk daha gelişmiş değildir. Hangi halkın ne yapacağına eldeki imkanlar karar
vermektedir.
Alacahöyük |
Anadolu’nun eski bir yerleşimi de
M.Ö. 3000 (B.Ö. 5000) yılına ait bir yerleşimdir. Bu yerleşim, Boğazköy
yakınlarında Alacahöyük’te bulunmuştur. Bulunan mezarlarda erkekler silahları
ile kadınlar süs eşyaları ile birlikte gömülüyorlardı. Mezarlar nesiller
boyunca ard arda kullanılacak biçimde, oda oda yapılmıştı. Yani aile öbür
dünyada da bir araya toplanıyordu. Alacahöyük’te bulunan mezarlardan çıkan
eşyalar bundan tam 4300 yıl öncesine (M.Ö. 2300) dayanır ki, bu da Troya’nın
(Troy, Troia, Truva) hazinelerinin bulunduğu ikinci Troya katına çağdaştır. Bu
çağlara ait Anadolu’nun değişik yörelerinde bulunan tarihi eserlere toplu
olarak bakıldığında şu gerçeğe ulaşılır: Anadolu’nun ilk sakinleri maden
çıkartmakta, maden işlemede ve madenden eşya yapmakta çok usta idiler. Madeni
kalıba dökmeyi, maden kaplamayı, kaynak ve lehimi, madeni döverek işlemeyi ve
şekillendirmeyi, tanelendirmeyi biliyorlardı. Bu döneme ait lüks tüketim
malları ve değerli taşlar da (kuartz, akik, yeşim, obsidyen, firuze, lületaşı)
bulunmuştur. Fildişi, kehribar ve firuzenin bulunması ise oldukça uzak
mesafelerle yapılan ticari faaliyetleri göstermektedir.
Evet, Anadolu, meyve
toplayıcılıktan ve avcılıktan, önce yarı tarıma ve yerleşik düzene, daha sonra
tarım ve madenciliğe geçilen ilk ve en eski uygarlıklardan biridir. Belki de
bunların en eskisidir. Evet, yazı Anadolu topraklarına Sümerlerden ve
Mısırlılardan daha geç gelmiştir. Ama uygarlığın diğer unsurları buradadır.
Anadolu’daki ilk yerleşimcilere ad veya adlar veremiyoruz. Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde yaşayan ve önce küçük köyler, daha sonra küçük şehir devletleri
kuran bu insanlar aynı dili mi konuşuyorlardı, Anadolu’ya beraber mi yoksa ayrı
ayrı mı gelmişlerdi, bilmiyoruz. Ama beraber de gelseler, ayrı da gelseler
Anadolu’nun değişik yerlerinde paralel medeniyetler kurmuşlardır.
Post A Comment
Hiç yorum yok :