Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Girit
Girit
Nihayet, M.Ö. 2100 - 1400
yıllarında, Girit ön plana çıkar. Ortadoğu’da Tunç devrine girilmiştir. Orta
doğuya Tunç yapımında kullanılan kalay madeninin büyük bir bölümü İspanya'dan
geliyordu. Coğrafi konumu nedeniyle, Girit bu ticaretin kilit noktası idi. Ve
bu ticaretten büyük bir pay alıyordu. Ayrıca, Kıbrıs’tan bakırı getirip,
İspanya’dan zaten gelen kalayı da katınca, Girit’in kendi, Tunç imal eder hale
gelmişti. Böylece Girit, hem imalatçı ve hem de aracı idi. Bu sayede, tekniği
ve ekonomisi olağanüstü bir düzeye erişti. Başta maden sanayi gelişti. Tunçtan
çift ağızlı baltalar, hançerler ve kılıçlar üretildi. Süslemelerde altın ve
gümüş kullanılıyor, anlatılamaz güzellikte kabartmalar yapılıyordu. Bir başka
önemli sanayi de seramikçilikti. Torna ve pişirme fırınları kullanılarak,
bakmaya doyum olmayan, Girit'e özgün vazolar, kaplar üretiliyordu. Bunların
sanat değerleri çok yüksekti. Bu eserler tüm paralel medeniyetlere ihraç
ediliyordu. Girit dokumacılık, mühür kazımacılık ve mücevhercilikte çok gelişmişti.
Para yerine bakır parçaları kullanılıyordu. Tabii denizciliğin ne denli
gelişmiş olduğunu söylemeye gerek yok. Tüm ticari faaliyetler, bugün bile tam
deşifre edilmemiş bir yazı ile kil tabletlere işleniyordu. Bulunan kil
tabletlerin kısmî çözümlenmesi, bunların stok ve alım satım listeleri olduğunu
göstermiştir. Girit uygarlığında, günlük olayları anlatan ve sosyal, kültürel,
askeri, ticari yapıyı gösteren yazılar şimdilik bulunamamıştır. Giritlilerin
ilkel olsa da basım tekniğini kullandıklarını gösteren bulgular vardır. M.Ö.
1600 yıllarına endekslenen ve baskı için kullanıldığı sanılan bir disk Girit’te
Phastos sarayında bulunmuştur.
Üretim ve ticaret, daha önce
gördüğümüz klan rejimini çözdü, toplum sınıflaştı. Artık şehir merkezlerinde
zenginlik akan evler ve yollar vardı. Ama kentlerin varoşlarına gidildikçe,
önce orta halli ve sonra fakir yerleşimlere rastlanıyordu. Artık Girit uygarlığı
ve başşehri Knossos olan devlet, Ege adalarına yayılmış ve hatta Anadolu’nun
Ege kıyıları ile ve Trakya’ya atlamıştı. Bu uygarlığa efsanevi krallarının
adına atfen Minos devleti veya Minossos da denir.
Uzak topraklar, yönetici
yollanarak ve vergiye bağlanarak yönetiliyordu. Girit'te başta kral vardı, ama
ruhban sınıfın ve tapınakların gücü de, tüm, diğer medeniyetlerde olduğu gibi,
yönetimde önemli idi. Bürokrasi de gelişmiş ve yönetimdeki yerini almıştı.
Askeri gücün temelini milisler oluşturuyordu. Sınıflı toplum geliştikçe ve rant
dağılımı keskinleştikçe, milis gücünün savaşma isteği azalmaya başladı. Ordu
gücünü kaybetti. Buna, bu coğrafyanın doğal afeti olan depremler ve yanardağ
faaliyetleri de yardım etti. Artık zengin ve güçlü Girit devleti, yabancıların
istilasına açıktı.
Girit’te, Tanrılar değil
Tanrıçalar vardı. Tanrıçaların en eskisi toprak ana olan Gaia idi. Gaia bereket
tanrıçasıydı. Bitkilerin, hayvanların, insanların doğmasına o yol açardı.
Ölümde ise ana Tanrıçanın onları içine çektiğine inanılırdı. Gaia, toprak ana,
daha sonra, Grek mitolojisine konu olacak tüm Olympos Tanrılarının anasıdır.
Onun kişiliğinin değişik yönleri, daha sonra diğer Tanrıçalarda da
görülecektir. Hera, Zeus’un karısı olmadan önce bitkiler Tanrıçasıydı ve evlenme
kanunlarının bekçisiydi. Demeter, buğdayın anasıydı. Daha sonra Atina şehrinin
koruyucu Tanrısı olacak olan, Athena zeytin ağacı tanrıçasıydı.
Knossos veya Minos uygarlığının,
ileride Yunanistan’da çok önemli olacak eşcinselliğin kaynağı olduğu teorisi
ileri sürülür. Knossos devleti, adanın sınırlı olan besin maddelerinin yeterli
olabilmesi için nüfus planlamasına gitmiştir. Bunun için bulduğu metot,
eşcinselliği teşvik ederek, kadın erkek ilişkisini minimize etmeye çalışmaktır.
Daha ileride teferruatlı olarak
ele alınacak olan koku verici reçine ve tütsülerin, tapınaklar ve evlerde
kullanıldığını ve pek çok kimse tarafından vazgeçilemez hale geldiğini
hatırlatmak gerekir. Bunlar çok pahalıydılar, yani deyim yerinde ise
ağırlığınca altın değerindeydiler (o dönemde altın bir değişim aracı değildi).
Ağırlığınca altın eden bir başka
bitkisel ürün safrandı. Yunanca adı ile Krakos hem efsanevi kutsal bir bitki
idi, hem mutfakların, hem boyacılığın vazgeçilmeziydi. Ana vatanı Mezopotamya
olsa da Anadolu, Ege adaları, İran yaylaları gibi büyük bir coğrafi yayılma
göstermişti. Girit’te Knossos sarayında “ safran toplayan “ hayvan (muhtemelen
maymun) freski bulunmuştur. Bir gram safran için 200 civarında çiçek toplamak
gerektiğini söylersek değeri anlaşılabilir ( yarım kg safran için 75 000- 80000
çiçek lazım bu da bir futbol sahasından büyük bir alan demektir). Safran
ağırlığının 100.000 katı kadar su ile karıştırılarak kullanılsa da sarıya
boyama özelliğini kaybetmez. Çok eski dönemlerden itibaren safranın bu mükemmel
boyama özelliği fark edilmişti. Tanrıçaları safran çiçekleri ile süsleyen,
azizlerin başlarındaki haleleri ve kutsal giysileri safran sarısı ile
renklendirirlerdi. Büyük bir inanç da safranın afrodizyak etkisine olan
inançtı. İranlılar, Hintliler, Ortadoğulular, Araplar, Yunan adalarının bir
kısmı bu inançları gereği safranı hala yemeklerinde (genelde tören yemekleri)
kullanırlar.
Post A Comment
Hiç yorum yok :